Back Index Next

3. KONU

EHLİBEYT EKOLÜ AÇISINDAN İMAMET

• Resulullah'ın (s.a.a) Kendisinden Sonraki Halifeleri Tayin Etmeye Verdiği Önem

• Resulullah'ın (s.a.a) Kendisinden Sonraki Veliyy-i Emr'i Tayin Eden Nasları

• Hilâfet Ekolü Mensuplarının Vasilik Rivayetlerini Gizleme ve Tevil Yolundaki Büyük Çalışmaları

• Halifelerin, Siyasetlerine Muhalif Olan Sünnetin Karşısında Tepkileri

• Seyf'in Hadislerinin Tarih-i Taberî'den Diğer Kaynaklara Geçmesinin Sebebi

• Hilâfet Ekolü'nde, Resulullah'tan (s.a.a) Sonra Ehlibeyt'in Önderliğine Dâir Diğer Naslar

• Vasi Tayininde Hz. Muhammed'le (s.a.a) Hz. Musa'nın (a.s) Ümmetinin Ortak Noktası

• Kur'ân-ı Kerim'de Velâyet ve Emir Sahipleri

• Ali (a.s) ve Evlâtlarından Olan İmamlar Resulullah'ın (s.a.a) Mübelliğleridir

İMAMET, İLÂHÎ AHİTTİR

Yukarıda "imamet" hakkında Hilâfet Ekolü'nün görüş ve delillerini inceledik. Fakat Ehlibeyt Ekolü mensupları Resulullah'tan (s.a.a) sonraki imamın günah ve hatadan masum ve korunmuş olmasını, bu makama Allah tarafından atanmış ve Resulullah (s.a.a) tarafından tayin edilmiş olmasını şart görürler. Nitekim Allah Tealâ Hz. İbrahim'e  (a.s) hitaben şöyle buyurmaktadır: Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım. "Ya soyumdan

olanlar?" dedi. O, "Ahdim zalimlere erişmez.' dedi.[1] Dolayısıyla, imamet ilâhî bir ahittir ve Allah Tealâ dininin hükümlerini peygamberi vasıtasıyla iblağ ettiği gibi, bu ahdini kimin üzerine bıraktığını da yine peygamberleriyle bildirir; ayrıca imamet ahdine zalimler ulaşamaz. Kendine ve diğerlerine zulmetmeyen kimseye ise "masum" denir. Dolayısıyla, imamet ilâhî bir ahit olup, imam seçimi Allah'a mahsustur. Bu arada peygamber de sadece bu atamayı tebliğ etmekle vazifelendirilmiştir. Masumiyet ise bunun gereğidir. İşte bu iki şart, Ehlibeyt İmamları'nda gerçekleşmiştir; şimdi bunu inceleyelim.

EHLİBEYT'İN MASUM OLUŞU

Allah Tealâ; Ehlibeyt, yani Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin (Allah'ın selâmı onların üzerine olsun) günahtan masumdur Allah ancak siz Ehlibeyt'ten her türlü kötülüğü uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister.[2] Tathir Ayeti'nin Nüzul Sebebi Abdullah b. Cafer b. Ebu Talib[3] şöyle rivayet eder: Hz. Resulullah (s.a.a) Allah'ın rahmetinin inmek üzere olduğunu görünce, "Çağırın gelsinler, çağırın gelsinler." Diye buyurdu. Safiye[4], "Kimi çağıralım ya Resulullah?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.a), "Ehlibeyt'imi, Ali, Fâtıma[5], Hasan ve Hüseyin'i"[6] diye buyurdu. Onları çağırdıklarında Hz. Peygamber, abasını onların üzerine örttü ve ellerini gökyuzüne kaldırarak şöyle buyurdu: "Allah'ım! Bunlar benim Ehlibeyt'imdir. O hâlde Muhammed ve Âl-i Muhammed'e selâm gönder." Tam o sırada şu ayet nazil oldu: Allah ancak siz Ehlibeyt'ten her türlü kötülüğü uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister.[7]Ümmü'l-Müminin Aişe'nin[8] naklettiği rivayette siyah yünden olan bu abanın üzerinde hareket hâlindeki bir kervanın resmi olduğu geçer. Yine Vasile b. Eska'nın naklettiği rivayette Resulullah'ın (s.a.a) Ali'yle (a.s) Fâtıma'yı (a.s) karşısında, Hasan'la Hüseyin'i (a.s) de dizlerinin üzerinde oturttuğu kaydedilmiştir.[9] Yine Ümmü'l-Müminin Ümmü Seleme'nin naklettiği rivayette şöyle geçer:

Tathir ayeti benim evimde Resulullah'a (s.a.a) nâzil oldu. Bu ayet inince odada yedi kişi vardı: Cebrail, Mikail, Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve Resulullah (s.a.a). Ben de o sırada odanın eşiğinde oturmuştum. Ayet inince ben Resul-i Ekrem'e, "Ya Resulullah, ben Ehlibeyt'ten değil miyim?" diye sorduğumda, Hz. Peygamber, "Sen sonu hayırlı olan bir kadınsın, sen Peygamber'in eşlerindensin." buyurdu.[10] İsmini andıklarımız dışında ileri gelen şu kişiler de Tathir ayetinin nüzul sebebini rivayet etmişlerdir: Abdullah b. Abbas,[11] Ömer b. Ebu Seleme (Resulullah'ın üvey oğlu),[12] Ebu Said Hudrî,[13] Sa'd b. Ebî Vakkâs,[14] Enes b. Malik[15] ve diğerleri.[16] İmam Hasan (a.s) Kûfe mescidinde[17] ve İmam Ali b. Hüseyin[18] Şam mescidinde halktan Tathir Ayeti'nin nüzul sebebine tanıklık etmelerini istemiştir.

Hz. Resulullah (s.a.a) ve Tathir Ayeti

Resulullah (s.a.a), Tathir Ayeti nazil olduktan sonra aylarca Ali'yle Fâtıma'nın evine giderek onlara selâm ettikten sonra yüksek sesle bu ayeti okuyordu. İbn Abbas der ki: Ben, dokuz ay boyunca Resulullah'ın (s.a.a) günde beş defa, namaz vakitlerinde Ali b. Ebu Talib'in evinin önünde

durarak, "Ya Ehlibeyt; esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh. Allah ancak siz Ehlibeyt'ten her türlü kötülüğü uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak ister. Allah size merhamet etsin, namaz vaktidir." dediğine kendim şahit oldum.[19] Ebu Hemra'dan da şöyle rivayet edilir: Resulullah (s.a.a), Medine'de sabah namazı vakitlerinde, ilk önce Ali'nin evinin önünde durur, ellerini kapının iki tarafına koyarak yüksek sesle evdekilere hitaben "Namaz vaktidir." der ve sonra da Tathir Ayeti'ni okurdu. Hz. Peygamber, sekiz ay boyunca bir defa bile böyle yapmadan namaza gitmedi.[20]

Ebu Berze de der ki: Ben yedi ay Resulullah'la (s.a.a) namaz kıldım. Bu müddet boyunca Hz. Peygamber namaz için evden çıktığında devamlı Fâtıma'nın evinin önünde durup Tathir Ayeti'ni okurdu.[21] Bu müddet Enes b. Malik'ten altı ay[22] ve diğerlerinden de daha farklı olarak rivayet edilmiştir. Bu ayette Allah Tealâ, özellikle Peygamber'inin döneminde masumların varlığını haber vermiş, Resulullah da (s.a.a) abasını onların

üzerine örterek ve aylarca ashabın gözleri önünde onların evlerinin önünde Tathir Ayeti'ni okuyarak fiilen onları tanıtmıştır. Tathir Ayeti ve Ehlibeyt hakkında Resulullah'tan (s.a.a) rivayet edilen amel ve buyrukları, onların masumluğuna en iyi ve en açık delildir. Yine tarihte de Ehlibeyt'in masumiyetiyle çelişen hiçbir şey yoktur. Oysa, İslâm tarihinin Hilâfet Ekolü uleması tarafından kaleme alındığını ve bu kitaplarda genellikle asırlar boyu halifelerin ilgi duyup rıza gösterdikleri konuların ele alındığını bilmekteyiz. Çünkü halifeler, Müslümanların Ehlibeyt'e yönelip halife diye onlara biat etmelerinden korkarak, hayatları boyunca bütün güçleriyle onların nurlarını söndürmeye çalışmışlardır. Bu nedenle Ehlibeyt  İmamları'ndan bazılarını şehit etmiş, bazılarını zindana atmış, bazılarını da derbeder etmişlerdir; özellikle hiç yılmadan, Müslümanların  minberlerinde, cuma namazı hutbelerinde Ehlibeyt Ekolü'nün ilk imamı Emirü'l- Müminin Ali'ye (a.s) lânet ve küfredilmesini emreden Emevî halifeleri bu konuda ellerinden geleni esirgememişlerdir. Ve tabii ki, bu arada Şiîler, onları sevenler, imamet ve velâyetlerine inananlar Emevîlerin öfke, azap ve işkencesinden güvende kalmamışlardır. Fakat bütün bunlara rağmen, Hilâfet Ekolü ulemasının yazmış olduğu bu İslâm tarihlerinde, Ehlibeyt İmamları'na en küçük bir yanlışlık, hata, günah ve sapma isnat edilmemiştir; bu ise Allah Tealâ'nın Ehlibeyt İmamları'nı her türlü günah, çirkinlik ve kötülükten uzak tuttuğuna ve onları tertemiz kıldığına dair inkâr edilmez apaçık delildir. Bu ise, Ehlibeyt Ekolü mensuplarının, Ehlibeyt İmamları'nın masum olduklarına dair ileri sürdükleri en önemli delildir. Şimdi Allah Tealâ'nın, Resulü (s.a.a) hakkında "O, hevadan (kendi

istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir."[23] buyurduğunu göz önünde bulundurarak,

o hazretten Ehlibeyt'in imameti hakkında nakledilen naslardan bazılarını inceleyelim.

RESULULLAH'IN (S.A.A) KENDİSİNDEN SONRAKİ HALİFELERİ TAYİN ETMEYE VERDİĞİ ÖNEM

Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonraki imam ve halifeleri tanıtma konusundaki nasları incelemeden önce, onun kendinden sonraki halifeye duyduğu ilgi hakkında biraz bahsetmemiz yerinde olacak. Resulullah'tan (s.a.a) sonraki imamet ve önderliğin önemi ve hassasiyeti ne Resulullah'a (s.a.a) ve ne de etrafındakilere ve ashabına gizli olmayan en önemli meselelerdendir; Resulullah'ın (s.a.a) bi'setinin başından beri herkes bunu düşünmekteydi. Gördüğünüz gibi Benî Sa'saa kabilesinden olan Beyhare, kendisiyle kabilesinin İslâm'ı kabul etmek için, Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfetin kendilerine bırakılmasını şart koşmuştu. Nitekim Havze-i Hanefî de Müslüman olması karşısında, Resulullah'tan (s.a.a) sonraki hilâfetin hatta çok az bir bölümünün kendisine bırakılmasını istemişti. Resulullah (s.a.a) bi'setinin başından beri devamlı kendisinden sonraki halifeyi düşünüyordu; özellikle İslâm toplumunun teşkili için izleyicilerinden biat aldığı ilk günde, onun bu hassas ve önemli konuya duyduğu ilgi apaçık belliydi. Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonraki hilâfet konusundaki düşüncelerini Buharî ile Müslim kendi Sahih'lerinde, Neseî ve İbn

Mâce Sünen'lerinde, Malik el-Muvatta'da, Ahmed b. Hanbel Müsned'de ve diğerleri de kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Biz burada Buharî'nin kendi Sahih'indeki sözlerini naklediyoruz: Ubâde b. Samit der ki: "Biz Resulullah'a (s.a.a), (sıkıntı ve rahatlık anlarında,) üzüntü ve sevinç  durumlarında emirlerine itaat edeceğimize, önderlik konusunda Ehlibeyt'iyle (a.s) kavga etmeyeceğimize dair biat ettik."[24] Ubâde b. Samit, Akabe-i Kübra biatinde[25] ensarın güven duyduğu on iki gözeticiden biriydi. O gün Resulullah (s.a.a) kendisine biat eden yetmiş küsur kişiden, Medine'de kendi grubunun sorumluluğunu üzerine almaları için kendi aralarından on iki güvenilir gözetici seçip kendine tanıtmalarını istemişti. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu seçilenlere buyurdu ki: "Her alanda grubunuzun sorumluluğu sizin üzerinizedir. Sizler, İsa b. Meryem'in havarilerinin üstlenmiş oldukları vazifeyi üstlenmiş bulunmaktasınız..."[26] "Akabe'de biat konularından biri, Resulullah'tan (s.a.a) sonra önderlik hususunda onun Ehlibeyt'iyle kavga etmememizdi." Diyen Ubâde b. Samit bu on iki gözeticiden biridir. (En la yunaziu'l-emre ehleh.) Bu hadiste geçen ve Resulullah’ın (s.a.a) Akabe-i Kübra biatinde ensardan yetmiş iki erkek ve iki kadından biat alınca Ehlibeyt'iyle (a.s) kavga etmemelerini vurguladığı "el-emre" sözcüğünden maksat, Benî Sâide Sakifesi'nde,[27] ele geçirmek için kavga ettikleri hükümet ve önderliktir; oysa Allah Tealâ böyle bir hükümete liyakat ve ehliyeti olanları şöyle anmıştır: Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Peygamber'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de."[28] Resulullah (s.a.a) her ne kadar kendisinden sonraki ensardan olmayan imam ve halifeyi tanıtması hikmete aykırı olduğu için - çünkü o gün Resulullah'a biat eden bazılarının ruhî durumları bunu kabul etmeye hazır olmayabilirdi- burada, onu tanıtmamışsa da, ama daha sonraları imam ve emir sahibini tanıtınca onunla kavga etmeyeceklerine dair onlardan söz almıştı.

Yakınlara Uyarı

Resulullah (s.a.a), kendisinden sonraki önder ve emir sahibini, Akabe-i Kübra toplantısından daha küçük bir toplulukta, yakınlarını İslâm'ı kabul etmeye davet ettiği ilk günde tanıtmıştır. Bu konuyu, Taberî, İbn Asâkir, İbn Esîr, İbn Kesir, Muttaki Hindî gibi bazı hadisçiler ve tarihçiler kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Taberî kendi Tarih'inde bu konuyu Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) dilinden şöyle kaydeder: En yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp korkut.[29] ayeti Resulullah'a (s.a.a) nâzil olunca Hz. Peygamber beni çağırarak buyurdu ki: "Ya Ali! Allah Tealâ bana, yakınlarımı uyarmamı ve onları sapmaktan korkutmamı emretti. Bunun güç gerektiren zor bir iş olduğunu gördüm; çünkü, bu konuda ağzımı açacak olursam, görmek istemediğim kötü bir hareketle karşılaşacağımı biliyorum. Dolayısıyla sessiz kaldım. Nihayet Cebrail gelerek, "Ya Muhammed! İtaat etmezsen Allah Tealâ seni azaplandıracaktır." dedi. Şimdi bize koyun budundan bir yemekle ayran hazırla. Sonra Abdulmuttalib Oğulları'nı davet et de onlarla konuşup Allah'ın emrini kendilerine ileteyim. Ben itaat ederek Resulullah'ın (s.a.a) emrini yerine getirdim ve sayıları -yaklaşık- kırk kişi olan, aralarında Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebuleheb gibi Hz. Peygamber'in amcalarının da bulunduğu Abdulmuttalib Oğulları'nı o toplantıya davet

ettim. Bütün misafirler gelince Resulullah (s.a.a) onlar için hazırladığım yemeği sofraya getirmemi emretti. Ben de buyurduğu gibi yaptım. Sonra Resulullah (s.a.a) herkesten önce elini yemek tabağına uzatarak bir et parçası aldı. Hz. Peygamber, o eti dişleriyle birkaç parçaya ayırdıktan sonra bir tabağa attı. Daha sonra misafirlere dönerek şöyle buyurdu: Allah'ın adıyla başlayın. Misafirler yiyebildiklerince o yemekten doyasıya yediler;

öyle ki parmak izleri tabaklarında gözükmekteydi. Ali'nin canını elinde bulunduran Allah'a andolsun onların önüne bıraktıklarım, sadece birisinin iştahını doyurabilecek kadar azdı. Yemek bitince Resulullah (s.a.a) onlara ayran vermemi istedi. O ayrandan herkes içip susuzluklarını giderdiler. Vallahi o ayran onlardan sadece birisinin susuzluğunu giderebilecek kadar azdı. Sonra Resulullah (s.a.a) konuşmak isteyince Ebuleheb daha önce davranarak, "Arkadaşınız sizi fena hâlde büyüledi." dedi. Ebuleheb'in bu sözleriyle oradakiler ayağa kalktılar ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a)  konuşmasını beklemeden çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki: "Ya Ali! Bu adam benden önce konuştu, gördüğün gibi ben onlarla konuşmadan dağılıp gittiler. Bu yaptığın yemekten tekrar hazırla ve yarın yine onları yemeğe davet et." Ben yine Resulullah'a (s.a.a) itaat ederek onları yemeğe davet ettim. O, önceki gibi yine yemeği getirmemi istedi; yemeği getirdiğimde önceki gün yaptığı gibi yaptı. Hepsi o yemekten doyasıya yediler. Sonra ayranı getirdim, hepsi içerek susuzluklarını giderdiler. Daha sonra Resulullah (s.a.a) şöyle konuştu: "Ey Abdulmuttalib Oğulları! Vallahi bütün Arapların arasında, akrabalarına, benim size getirdiğimden daha iyisini getirmiş olan bir genç yoktur. Ben sizin için dünya ve ahiret yurdunun hayrını getirdim ve Allah Tealâ bütün bu hayırları elde etmeniz için sizi O'na davet etmemi emretti bana. Şimdi bu önemli meseleyi yerine getirmek için hanginiz bana yardım edecek de aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olacak?" Hiç kimse  Resulullah'ın (s.a.a) önerisini kabul etmedi; hepsi onu reddetti. Ben yaş bakımından hepsinden küçüktüm; yaşlı gözlerimle, "Ben." dedim. "Ya Resulullah! Bu konuda ben senin yardımcın olacağım." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) ensemden tutarak oradakilere dönüp şöyle buyurdu: "Bu sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir; o hâlde emrini dinleyin ve ona itaat edin." Oradakiler, kahkahalar atarak yerlerinden kalktılar ve evden çıkarken Ebu Talib'e dönerek, "Sana, oğluna itaat etmeni ve onun emrini yerine getirmeni emrediyor." dediler.[30] Bi'setin üçüncü yılında vuku bulan bu davet, Resulullah'ın (s.a.a) halkı açıkça İslâm'a ilk davetiydi. O, bu davette kendisinden sonraki imamı da akrabalarına ilk kez tanıtıyordu. Evet, Resulullah (s.a.a) hicretin üçüncü yılında böyle yaptı; fakat bu olaydan on yıl geçtikten sonra, İslâm toplumunun teşkili için  ensardan biat alırken kendisinden sonraki imamın ismini ağzına almadı. Çünkü bu imam ensardan değildi. Ve o günün toplumu kabile ve kavmiyetçilik temeli üzerine kurulmuş olduğundan Resulullah'ın (s.a.a) onlardan kendi kabilelerinden olmayan birisi için biat alması, hikmet ve ileri görüşlülükle bağdaşmazdı. İşte bu nedenle Resul-i Ekrem (s.a.a) sadece biat, hükümet ve önderlik konusunda kendisinden sonraki emir sahibiyle kavga etmeyeceklerine dair onlardan söz almakla yetindi. Resul-i Ekrem (s.a.a), Bedir Savaşı'nda ashabıyla müşavere ettiği gibi ailevî toplantısında Kureyş'i uyarırken kendisinden sonraki vasisini ve halifesini akrabalarına tanıttı. Resulullah (s.a.a) o savaşın sonucunu bildiği ve toplantıdan sonra müşriklerin ileri gelenlerinin başlarının düştüğü yeri ashaba gösterdiği hâlde ilk önce "ne yapmalıyız." diye onlarla müşavere etti. Hz. Peygamber, burada da aynı şeyi yaptı. Yani, kendisine yalnız Hz. Ali'nin (a.s) yardım edeceğini bildiği hâlde, tebliğ konusunda kendisine yardım etmeyi,  kendisinden sonraki vasi ve halifesinin tayini için şart koşup bunu kabul edenlerin ileri çıkmasını istedi. Fakat onların hepsi bundan sakınıp sadece amcası oğlu Ali buna hazır olduğunu ilân edince onun ensesini tutarak yukarıda söylediklerimizi dile getirdi; onlara da Ali'ye (a.s) itaat etmelerini ve emrini yerine getirmelerini emretti. Yukarıda söylenenleri göz önünde bulundurduğumuzda, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kendisinden sonraki imamet ve önderlik konusuna ne kadar önem verdiğini, yine Resulullah'ın (s.a.a) bu önderi bütün özellikleriyle tanıttığını, başka bir yerde kendisinden sonraki imam ve önderle kavga etmeyeceklerine dair halktan söz aldığını ve kendisinden sonra, hilâfete göz dikenlere karşı koyduğunu görmekteyiz. Şimdi, Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonraki halife ve imamın tayinine ne kadar önem verdiğini anlamak için onun savaşlara giderken Medine'yi terk ettiğinde ne yaptığını ve Medine'de olmadığı birkaç gün için kendi yerine kimi, nasıl tayin ettiğini inceleyelim.

Savaşlarda Resulullah'ın (s.a.a) Medine'de Kendi Yerine Geçirdiği Şahıslar

Hicretin İkinci Yılı

Allah Tealâ, hicretin ikinci yılının safer ayında Resulullah'a (s.a.a) müşriklerle savaşmasını emretti. Bu nedenle Resul-i Ekrem (s.a.a) muhacirlerle birlikte, Kureyş'in ticaret kervanına saldırı düzenleyip o ayda Veddan ve Ebva'ya[31] kadar ilerledi.

1- Resulullah (s.a.a) Medine'den çıkınca on beş gün boyunca Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde'yi bıraktı.

2- Aynı yıl rebiyülevvel ayında vuku bulan Bevat Gazvesi'nde, Evs kabilesinin reislerinden Sa'd b. Muaz'ı kendi yerine seçti.[32]

3- Kurz b. Câbir Fahrî, Medine etrafına baskın yaparak halkın mallarını çalıyordu. Resulullah (s.a.a) azat ettiği kölesi Zeyd b. Haris'i kendi yerine oturtarak Kurz'u takibe koyulup Safvan'a kadar ilerledi. Ama Kurz kaçmayı başardı ve yanındaki halkın mallarını da beraberinde götürdü.[33]

4- Cemaziyelevvel veya cemaziyelahir ayında Zu'l-Aşîre Gazvesi'nde Ebu Seleme el-Mahzumî'yi kendi yerine bırakarak Şam'a doğru hareket etmekte olan Kureyş kafilesine saldırmak için Medine'den çıktı. Fakat müşriklerin kafilesi kaçmaya muvaffak oldu ve kafilenin Şam'dan dönüşünde Bedir denen yerde savaş oldu.[34]

 5- Bedr-i Kübra Gazvesi'nde gözleri kör olan İbn Ümmü Mektum'u Medine'de yerine geçirmiş ve kendisi bu gazvede on dokuz gün Medine dışında kalmıştır.[35]

6- Benî Kaynuka Gazvesi'nde Ebu Lubabe Ensarî'yi Medine'de kendi yerine bırakmıştır.[36]

7- Sevîk Gazvesi'nde Ebu Lubabe Ensarî'yi[37] kendi yerine geçirdi. Bu savaşta Resulullah (s.a.a) nezrini yerine getirmek amacıyla Mekke'den

dışarı çıkmış olan Ebu Süfyan'la savaşmak için Medine'den ayrılmış. Ebu Süfyan, Bedir Savaşı'nda öldürülen adamlarının intikamını

alıncaya kadar güzel kokulardan ve kadınlardan sakınmayı adamıştı. Dolayısıyla iki yüz atlıyla Medine üzerine hareket etti ve Urayz'a[38]

kadar da ilerledi. Yolda Resulullah'ın (s.a.a) kendisine doğru geldiğini haber verdiklerinde Mekke'ye doğru kaçarken ağırlık yapmasın diye un tulumlarını bırakarak kaçtılar. Bu yüzden bu savaşa "Un Savaşı" anlamında " Sevîk Gazvesi" ismi verildi.

Hicretin Üçüncü Yılı

8- Hicretin üçüncü yılının muharrem ayının on beşinde İbn Ümmü Mektum'u kendi yerine bırakarak Kerkeretu'l-Kudr Gazvesi'ne katılmak ve Selim'le Gatafan kabileleriyle savaşmak için Medine dışına çıktı. Bu kabilenin mensupları korkudan kaçınca malları Resulullah'ın

(s.a.a) eline geçti ve savaşmadan Medine'ye döndüler.[39]

9- İbn Ümmü Mektum'u cemaziyelahir ayında on gün kendi yerine bırakarak kendisi Selim Oğullarını takip etmek için Feran Gazvesi'nde

Medine'den çıkmıştır. Bu gazvede düşman korkudan kaçmış Müslümanlarla savaşma cesaretini gösterememiştir.[40]

10- Necd bölgesinde Zî Emer Gazvesi'nde Osman b. Affan'ı kendi yerine bırakarak Gatafan Kabilesi'yle savaşmak için Medine'den çıktı. Hz. Resulullah (s.a.a) bu savaşta on gün Medine'ye dönmedi. Düşman ise bir şey yapamadan kaçtı.

11- Uhud Gazvesi'nde İbn Ümmü Mektum'u bir gün kendi yerine geçirerek Medine'nin bir mil uzaklığındaki Uhud Dağı eteğinde müşriklerle

savaştı.

12- Hemrau'l-Esed Gazvesi'nde yine İbn Ümmü Mektum'u kendi yerine bırakarak yeni bir saldırı için Medine'ye doğru hareket eden Ebu Süfyan'la savaşmak için Medine'nin on mil uzaklığındaki Hemrau'l-Esed bölgesine gitti. Ebu Süfyan'la beraberindekiler kaçtılar; Resulullah (s.a.a) onların geri dönmeyeceklerinden emin olmak için orada üç gün bekledikten sonra Medine'ye döndü.

Hicretin Dördüncü Yılı

13- Benî Nadir Gazvesi'nde İbn Ümmü Mektum'u kendi yerine bırakarak Medine'nin iki mil uzağındaki Gars bölgesinde Benî Nadir Yahudilerini on beş gün kuşatmada tuttuktan sonra, onları oradan çıkardı.[41]

14- Üçüncü Bedir Gazvesi'nde Abdullah b. Revahe Ensarî'yi[42] on altı gün kendi yerine bırakarak, Uhud Savaşı'nda Ebu Süfyan'ın, bir yıl sonra Bedir'de Hz. Peygamber'le savaşmaya geleceği yönündeki sözü üzerine sekiz gün Bedir'de beklemiş, fakat bu maksatla Mekke'den hareket edip Asfan'a kadar ilerleyen Ebu Süfyan görüşünü değiştirerek Resulullah'la (s.a.a) savaşmadan Mekke'ye dönmüştür.

Hicretin Beşinci Yılı

15- Zatu'r-Rika[43] Gazvesi'nde Osman b. Affan'ı Medine'de on beş gün kendi yerine bırakarak kendisi o yılın muharrem ayının onunda Medine'den çıktı. Resulullah'ın (s.a.a) kendilerine doğru hareket ettiğini haber alan Araplar, onunla karşılaşma cesaretini gösteremeyerek kaçıp dağlara ve vadilere dağıldılar.

16- Dûmetu'l-Cendel Gazvesi'nde[44] İbn Ümmü Mektum'u kendi yerine bırakarak, kendisi Medine'den Şam'a doğru hareket hâlinde olan Müslümanların ticaret kafilesine saldıran Ekider b. Abdulmelik Nasranî'yle savaşmaya gitmiştir. Ekider kaçtı ve Resulullah (s.a.a) birkaç gün Dûmetu'l-Cendel'de kaldıktan sonra Medine'ye döndü. Bu, Resulullah'ın (s.a.a) Rumların bölgesindeki ilk gazvesi sayılıyordu.

17- Hicretin beşinci yılının şaban ayının ikisinde, Mureysi suyunun[45] kenarında vuku bulan Benî Mustalik Gazvesi'nde Zeyd b. Harise'yi kendi yerine bırakarak Medine'den çıkmıştır.

18- Hicretin beşinci yılında şevval veya zilkade ayında vuku bulan Hendek Gazvesi'nde, yine İbn Ümmü Mektum'u Medine'de kendi yerine bırakmış, kendisi Hendek'te Ahzab'la savaşmıştır.

19- Zilkade ayına yedi gün kala Medine yakınlarında vuku bulan Benî Kureyze Gazvesi'nde, Ebu Rahm Gıfarî'yi[46] kendi yerine seçerek,

kendisi on beş gün veya daha fazla Benî Kureyze'yi muhasara'da tutmuştur.

Hicretin Altıncı Yılı

20- Asfan[47] yakınlarındaki Benî Lehyan Gazvesi'nde[48] İbn Ümmü Mektum'u yerine bırakarak, on dört gün Medine dışında kaldıktan sonra Medine'ye dönmüştür.

21- İbn Ümmü Mektum'u beş gün kendi yerine bırakarak, Medine'ye iki günlük yol uzaklığında Zî Garad Gazvesi'ne[49] gitmiştir.

22- Hudeybiye Gazvesi'nde[50] de Ümmü Mektum'u kendi yerine bırakmıştır.

Hicretin Yedinci Yılı

23- Medine'nin 96 mil uzaklığındaki Hayber Gazvesi'nde Resulullah (s.a.a), Siba b. Urfute'yi[51] kendi yerine bırakarak savaş ve sulh yoluyla Hayber'in sağlam kalesini fethettikten sonra Vadi'l-Kura'ya doğru ilerledi ve orayı da kuşatarak fethetti. Daha sonra Şam'ın sekiz menzil uzaklığında ve Medine'yle Şam arasında yer alan Teyma ahalisi Hz. Peygamber'e (s.a.a) barış önerdi; Resulullah (s.a.a) da onların

önerisini kabul etti.

24- Yine Siba b. Urfute'yi Medine'de kendi yerine geçirerek zilkade ayının altısında Umretu'l-Gaza için Medine'yi terk etmiştir.

Hicretin Sekizinci Yılı

25- Mekke'nin Fethi'nde Ebu Rahm Gıfârî'yi kendi yerine seçmiştir.

26- Mekke'nin fethinden sonra Resulullah (s.a.a) Hevazin'e doğru giderek Huneyn Savaşı'nı[52] yapmıştır. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu gazvede

Medine'de kendi yerine Ebu Rahm Gıfârî'yi bırakmıştı.

27- Medine'nin 90 fersah uzağında bulunan Tebûk Savaşı'nda, yerine Ali b. Ebu Talib'i bırakmıştır. Tebûk Savaşı, Resulullah'ın (s.a.a) son gazvesidir. Hayber gazvesiyle Vadi'l-Kura Gazvesi'ni iki gazve sayacak olursak Resulullah'ın (s.a.a) gazvelerinin sayısı 28'dir, aksi durumda 27'dir.

* * *

Resulullah'ın (s.a.a) Medine'de olmadığı durumlarda kendi yerine bıraktığı kimselerin isimlerini Mes'udî'nin el-İşraf ve et-Tenbih kitaplarının,

hicretin ikinci yılından sekizinci yılına kadar vuku bulan olaylar bölümünden naklettik. Elbette Mes'udî, Resulullah'ın (s.a.a) gazvelerde kendi yerine bıraktığı kimselerin isimleri konusunda bazı tarihçilerle ihtilâf etmektedir. Fakat Resulullah'ın (s.a.a), Tebûk Savaşı'nda Ali b. Ebu Talib'i (a.s) kendi yerine bırakmış olmasında Hanbelilerin imamı Ahmed b. Hanbel'le aynı görüştedir. Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan naklen şöyle yazar: Resulullah (s.a.a) Tebûk Savaşı için Medine'den çıkınca, Medine'de kendi yerine Ali b. Ebu Talib'i (r.a) seçti. Ali, Hz.

Peygamber'e dedi ki: "Ya Resulullah! Ben her yerde sizin yanınızda olmak istiyorum." Resulullah buyurdu ki: "Sen bana nispetle, Harun'un Musa'ya nispetindeki gibi olmak istemez misin; ama benden sonra peygamber yoktur."[53]Buharî de Sahih'inde Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan şöyle nakleder: Resulullah Tebûk'e doğru hareket edince, Medine'de kendi yerine Ali'yi tayin etti. Fakat Ali dedi ki: "Beni kadınlarla çocukların arasında mı bırakıyorsun?" Resulullah, "Bana nispetle, Harun'un Musa'ya olan nispetindeki gibi olmak istemez misin; şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur?" buyurdu.[54] Müslim de Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın sözünü kendi Sahih'inde şöyle kaydeder: Resulullah (s.a.a) gazvelerinin birinde Medine'de yerine Ali b. Ebu Talib'i bıraktı. Ali, Resulullah'a dedi ki: "Ya Resulullah! Beni kadınlarla çocukların arasında mı bırakıyorsun?" Peygamber ona dedi ki: "Benim için Harun'un Musa'ya nispetindeki gibi olmayı istemez misin; şu farkla ki artık benden sonra peygamber yoktur?"[55]Böylece, Resulullah'ın (s.a.a) savaşlara katılmak amacıyla birkaç gün Medine'den çıktığında bile, birini kendi yerine tayin ettiğini ve kendisi olmadığı zaman içerisinde halkın ona müracaat etmesini istediğini görüyoruz. Hatta Resul-i Ekrem (s.a.a) bir gün veya birkaç saat için Medine'den çıktığında işleri yürütmesi için birini kendi yerine bırakıyordu. Yine Hz. Peygamber, Medine'ye bir mil uzaklıktaki Uhud Savaşı'nda bile, kendisi savaştayken halkın işleriyle uğraşması için birini kendisine halife etmiştir. Veya Hendek Savaşı'nda, Resulullah (s.a.a), kendisi Medine'deki Hendek'te Kureyş müşrikleriyle savaşırken halka işlerinde müracaat etmeleri için bir merci tayin etmiş, kendisi rahat bir kafayla savaşla meşgul olmuştur. Binaenaleyh, eğer Resulullah (s.a.a) birkaç saatliğine bile olsa veya kendisi Medine'de savaşırken yerine birini tayin ediyorduysa, ümmetini daimi olarak terk ettiğinde ne yapmıştır acaba? Gerçekten  onları başsız ve perişan bir vaziyette bırakarak, onlar için bir merci tayin etmemiş midir?! Bu konuyu, kitabımızın ilerideki bölümlerinde inceleyeceğiz.

Back Index Next