Back Index Next

RESULULLAH'IN (S.A.A) KENDİSİNDEN SONRAKİ VELİYY-İ EMR'İ TAYİN EDEN NASLARI

Bahsimize, peygamberlerin (selâm üzerlerine olsun) kendilerinden sonra ümmetlerine vasi ve emir sahibi tayin etme yolundaki girişimleriyle

başlıyoruz.

Önceki Ümmetlerde Vasiyet

Mes'udî, Hz. Adem'den (a.s) son peygamber Hz. Muhammed'e (s.a.a) kadar peygamberlerin (a.s) veli ve vasilerinin isimlerini art arda naklederek onlar hakkında şöyle yazmıştır: Adem'in vasisinin ismi, İbranice Şeys denilen Hibetullah'tı. İbrahim'in vasisi, İsmail'di. Yakub'un vasisi, Hz. Yusuf'tu. Musa'nın vasisi, Hz. Yusuf'un torunlarından Yu'şa b. Nun b. Efrahim b. Yusuf'tu (a.s); Hz. Musa'nın karısı Sefvera ona karşı kıyam etti.

Hz. İsa'nın vasisi, Şemun'du. Peygamberlerin sonuncusunun (s.a.a) vasisinin ismi Ali b. Ebu Talib ve ondan sonra onun on bir oğludur (a.s).[56]

Şimdi bu vasilerden üçüne kısaca değinelim:

1- Hz. Adem'in (a.s) Vasisi Şeys

Yakubî, Hz. Adem'in (a.s) Şeys Peygamber'e vasiyeti hakkında şöyle yazar: Adem'in ölüm vakti gelince... Şeys'i kendine vasi tayin etti. Taberî de yazar ki: İbranice, Şeys denilen Hibetullah Adem'in vasisiydi. Adem ona vasiyet etti ve vasiyetnamesini yazdı. Denildiğine göre, Şeys, babası Hz. Adem'in vasisiydi. Mes'udî, vasiyet ve Hz. Adem'in ölümüyle ilgili olarak şöyle yazar: Adem, Şeys'e vasiyet ettikten sonra, ölünceye kadar vasiyetini diğerlerinden gizledi... İbn Esîr de yazar ki: Şeys, Allah'ın bağışı anlamındadır. Şeys, Adem'in (a.s) vasisiydi; Adem (a.s), ölüm vakti ulaşınca Şeys'i kendine vasi ve halife etti. İbn Kesir de Hz. Adem'in hayatı ve Şeys'e vasiyeti hakkında şöyle der: Şeys, Allah'ın bağışı anlamına gelir. Adem'in (a.s) ölüm vakti ulaşınca oğlu Şeys'i kendine vasi ve halife etti.

2- Hz. Musa'nın (a.s) Vasisi Yu'şa b. Nun

a) Tevrat'ta Yu'şa b. Nun:

Kamus-i Mukaddes kitabında, "Yu'şa" sözcüğünde Tevrat'tan naklen şöyle geçer: "Yu'şa b. Nun, Musa'yla birlikte Sina dağındaydı ve Harun'un döneminde buzağıya tapma işine bulaşmadı." Ve Sıfrı Aded'in yirmi yedinci Eshahı'nın sonunda, Allah tarafından Musa'nın vasiliğine atandığı geçer. (Bu atamanın fotokopisi bu kitabın orijinalinde geçer; biz tercümesini naklediyoruz.) Musa Allah'la konuştu; Allah'ım, bütün insanlara ve topluluklarına, giriş ve çıkışlarında, her işlerinde ön ayak olacak bir kişiyi belirt, toplulukları çobansız bir sürü gibi olmasın. Allah, Musa'ya dedi ki, Yu'şa b. Nun böyle bir güce sahip bir gençtir, elini ona sür. Ve onu kahin "Eliazar" ve bütün cemaatin (İsrail  Oğulları'nın) karşısında ve gözleri önünde kendine vasi ilân et. Sonra, ona kendi heybet ve gücünden ver ki, bütün İsrail Oğulları ona itaat etsin de "Eli-azar"dan öne geçsin. Ve Allah'tan onun arzularının gerçekleşmesini iste ki, bütün İsrail Oğulları onunla birlikte olsunlar ve onun emriyle her işi yapsınlar. Musa Allah'ın emrine uydu ve Yu'şa'yı alarak kahin "Eliazar" ve bütün İsrail Oğulları karşısında tuttu. Ve Allah'ın Musa'ya dediği gibi iki elini onun ellerine sürerek onu kendine vasi etti.[57] Yu'şa b. Nun'un öyküsü, İsrail Oğulları'nın işlerini üstlenmesi ve savaşları Sıfr-i Yu'şa b. Nun'un yirmi üçüncü Eshah'ında geçer.

b) Kur'ân'da ve Diğer İslâm Kaynaklarında Yu'şa b. Nun:

İbranice olan Yu'şa ismi, Kur'ân'da Arapçalaştırılmış, En'am Suresi'nin 86. ayetinde ve Sâd Suresi'nin 48. ayetinde "Elyesa'" olarak gelmiştir. Yakubî kendi Tarih'inde (c. 1, s. 46'da) şöyle yazar: Musa'nın ölüm vakti ulaşınca Allah Azze ve Celle, ona, Yu'şa b. Nun'u Kubbe-i Rumman'ın içine çağırmasını ve bereketinin Yu'şa b. Nun'un bedenine intikal etmesi, onu vasi tayin etmesi ve İsrail Oğulları'nın işlerini onun üzerine bırakması için elini onun bedenine sürmesini emretti.

Hz. Muhammed'in (s.a.a) Vasisiyle Hz. Musa'nın Vasisinin Benzerlikleri

Yu'şa b. Nun, Musa'yla (a.s) birlikte Sina dağındaydı ve asla buzağıya tapmadı. Allah Tealâ, Hz. Musa'ya, Allah'a tapanların, çobanı olmayan sürü gibi olmaması için kendisinden sonra Yu'şa b. Nun'u kendisine vasi etmesini emretti. Hz. Ali (a.s) de Hira Dağı'nda Resulullah'ın (s.a.a)  beraberindeydi ve hiçbir zaman hiçbir puta tapmamıştır. Allah Tealâ da, Resulüne veda haccından dönüşte hacıların karşısında Ali'yi (a.s) kendisinden sonra vasisi ve ümmetin önderi tanıtmasını, İslâm ümmetini başsız bırakmamasını emretti. Resulullah (s.a.a) da itaat ederek Gadir-i

Hum'da, Ali'yi (a.s) kendisine vasi tayin etti. Gerçekten ne kadar da doğru buyurmuştur Resulullah (s.a.a): Yakında İsrailoğulları'nın başına gelen şey aynen benim ümmetimin de başına gelecektir...[58]

3- Hz. İsa'nın (a.s) Vasisi Şem'un

a) İncil'de Şem'un:

Kamus-i Kitab-ı Mukaddes'te, "Şem'un" sözcüğünde bu isimle on kişi sayılmıştır; bunlardan biri Şem'un Petros'tur. Bu isim Tevrat'ta "Sem'un" diye geçer. Matta İncili'nin, onuncu Eshah'ında şöyle geçer: Sonra -İsa- on iki öğrencisini çağırarak, kötü ruhları kendilerinden uzaklaştırmaları ve bütün hastalıkları iyileştirmeleri için onlara güç ve kötü ruhlarla karşılaşma kuvveti verdi. Onun on iki sefirinin isimleri şöyledir: Birincisi Petrus denilen Sem'an... Yuhanna İncili'nde, 21. Eshah'ta, (sayı: 1518) Hz. İsa'nın Şemun'a, "Sürünün sorumlusu ol." şeklinde vasiyet ettiği geçer. Hz. İsa (a.s) burada demek istiyor ki: "Bana iman edenlerin sorumluluğunu üstlen." Yine Kamus-i Kitab-ı Mukaddes'te, "İsa onu (Şem'un'u) kilisenin önderi etti." diye geçer.

b) İslâm Kaynaklarında Şem'un:

Yakubî kendi Tarih'inde Şem'un'u "Sem'anu's-Sefa" diye anmıştır. Mes'udî de der ki: "Yunanca Şem'un ve Arapça Sem'an olan Petrus Roma'da öldürüldü."[59] Yine Mu'cemu'l-Buldan'da, "Sem'an'ın manastırı" sözcüğünde şöyle geçer: Sem'an Manastırı, Dımeşk yakınlarındadır. Bu manastıra mensup olan Sem'an Hıristiyanların ileri gelenlerinden biriydi; onun Şem'un-i Sefa olduğu söylenmektedir.  Burada örnek olarak geçmiş ümmetlerin peygamberlerinin vasilerinden üçüne değindik. Bunları göz önünde bulundurarak, bütün o peygamberler arasında Resulullah (s.a.a) onların aksine hareket eden, kendinden sonra bir önder ve imam tayin etmeden ümmetini kendi hâline bırakan tek peygamber olamazdı. Resul-i Ekrem (s.a.a), hatta savaşlara katılmak amacıyla çok kısa bir süre için bile olsa Medine'den çıkarken, o günün küçük İslâm toplumu için kendi yerine devamlı birini tayin ediyordu. O hâlde, kesinlikle peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.a) büyük İslâm toplumunu, kendinden sonra onlar için bir imam ve önder tayin etmeden, kendi hâllerine bırakmış olamaz; tam aksine, kendisinden sonraki halifelerini çeşitli yerlerde, çeşitli tabirlerle tanıtmıştır. Bazen sadece kendisinden hemen sonraki imam ve önderi tanıtırken, bazen de kendisinden sonraki bütün imamları tanıtmıştır. Şimdi sadece Resulullah'ın (s.a.a) Emirü'l-Müminin Ali'yi (a.s) vasi ve halife olarak tanıtan hadislerini inceleyelim.

RESULULLAH'IN (S.A.A) KENDİSİNDEN SONRAKİ VASİSİ, VEZİRİ, HALİFESİ VE VELİAHDI

Resulullah'ın (s.a.a) Hadislerinde Vasi

Daha önce Resulullah'ın (s.a.a) Hâşim Oğulları'nı uyarırken o gün Hâşim Oğulları'nın ileri gelenleri karşısında Ali (a.s) hakkında, "Bu sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir. Ona itaat edin." buyurduğunu söyledik. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu buyruğuyla onların arasındaki vasi ve halifesini tanıtmış, ona itaat etmelerini emretmiştir. Allah Tealâ da buyurmuştur ki: Peygamber size ne verirse artık onu alın.[60] Taberânî, Selman-i Farsî'den şöyle nakleder: Resulullah'a, "Her peygamberin bir vasisi vardı; peki sizin vasiniz kimdir?" diye sordum. O hazret bana cevap vermedi.

Bir müddet geçtikten sonra beni görünce "Selman!" buyurdu. Ben aceleyle huzuruna giderek "Efendim." dedim. Resulullah (s.a.a), "Musa'nın vasisinin kim olduğunu biliyor musun?" buyurdu. Ben, "Evet, Yu'şa b. Nun'du." dedim. Buyurdu: "Neden?" Ben, "Çünkü o günün insanlarının en bilginiydi o" dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Vazifemi üstlenen ve borcumu ödeyen Ali b. Ebu Talib de aynı şekilde benim vasim, sırlarımın mahzeni ve en iyi hatıramdır.[61]Ebu Eyyub el-Ensarî, Resulullah'ın (s.a.a), kızı Fâtıma'ya (s.a) şöyle buyurduğunu nakleder: Allah Tealâ'nın, yeryüzündekilere bakıp onların arasından babanı seçerek peygamberliğe seçtiğini, bir kez daha bakarak kocanı seçtiğini ve vahiy meleğine, seni ona nikâhlamamı ve yine onu kendime vasi etmemi buyurduğunu bilmez misin?[62] Ebu Said el-Hudrî de Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: Benim vasim, sırlarımın mahzeni ve en iyi hatıram, vazifemi üzerine alan ve borcumu ödeyen Ali b. Ebu Talib'dir.[63] Ve Enes b. Malik şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a) abdest alarak iki rekat namaz kıldıktan sonra şöyle buyurdu: "Bu kapıdan girecek olan ilk kişi muttakilerin önderi, Müslümanların efendisi, dinin lideri, vasilerin sonuncusu... olacaktır." Çok geçmeden Ali b. Ebu Talib içeri girdi. Resulullah

(s.a.a) bana, "Kim içeri girdi?" diye sordu. Ben, "Ali'dir." dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) yerinden kalkarak mutlulukla onu kucakladı.[64]

Sahabeden olan Bureyde ise Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: Her peygamberin bir vasisi ve mirasçısı vardır; benim de vasim ve mirasçım Ali'dir.[65] Beyhakî'nin el-Mesavî ve'l-Mehasin kitabında genişçe kaydedilen bir rivayet özetle şöyledir: "Cebrail, Allah tarafından, Resulul-lah'a, amcası oğlu ve vasisi Ali b. Ebu Talib'e vermesi için bir hediye getirdi."[66] Biz Resulullah'ın (s.a.a) vasi ve vasiyetten bahseden bu kadar hadisini ele geçirebildik.

Geçmiş Ümmetlerin Kitaplarında Vasiyet

Nasr b. Müzahim, Vak'at-u Sıffin adlı kitabında ve Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdad adlı eserinde, geçmiş ümmetlerin kitaplarından vasiyet hakkında birtakım rivayetler kaydetmiştir. Biz şimdi Nasr b. Müzahim'in sözünü naklediyoruz: Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) ordusu Sıffin'e doğru hareket  ederken bir çölde, kötü bir şekilde susuzlukla karşılaştı. İmam Ali ordusunu bir kayaya doğru yönlendirerek o kayayı yerinden oynatmalarını emretti, kendisi de onlara yardım ederek o kayayı kenara ittiler. O kayanın altından bir su kaynağı çıktı. Bütün askerler o sudan içerek   susuzluklarını giderdiler. O civarda bir kilise vardı. Kilisenin rahibi bu olayı duyunca dedi ki: Bu kilise yalnız bu kaynağın buradan çıkması için yapılmıştır. Ve bize bu kaynağı peygamber veya peygamberin vasisinden başka hiç kimsenin çıkaramayacağı bildirilmiştir.[67]

Bunu Teyit Eden Bir Rivayet Daha

Nasr b. Müzahim'in Vak'atu Sıffin kitabında ve Tarih-i İbn Asâkir'de şöyle geçer: Emirü'l-Müminin Ali (a.s) Fırat kıyısında Rıkka'da, Belih adlı bölgede[68] konaklayınca, o bölge sakinlerinden olan bir rahip manastırdan çıkıp İmam'ın (a.s) yanına giderek dedi ki: "Elimizde babalarımızdan bize miras olarak ulaşan, Hz. İsa'nın ashabından birinin hattıyla yazılmış olan bir yazı var, onu size okumamı ister misiniz?" İmam (a.s) "Evet." deyince rahip şöyle okudu:

Bismillahirrahmanirrahim

Allah'ın takdir ettiği şey gerçekleşecek, yazdığı şey vuku bulacaktır. Allah Tealâ okuma yazma bilmeyenler arasından ve onların kendilerinden, ümmetine kitap ve hikmeti öğretmesi ve Allah'ın yoluna yöneltmesi için bir peygamber gönderecektir. O ne serttir, ne taş kalpli, ne de öfkeli. Diğerleriyle davranışında kötülüğe kötülükle karşılık vermez, tam aksine, herkese af ve bağış gözüyle bakar. Onun ümmeti şükreden, her olayda Allah'a hamdeden, dilleriyle tam bir alçakgönüllülükle Allah'ı tesbih eden, yücelten ve tenzih eden bir ümmettir. Allah onu, kendisine saldıran herkese galip edecektir. Allah onu ahiret yurduna götürdüğünde ümmetinde parçalanma ve gruplaşmalar meydana gelecek, daha sonra bir araya toplanacaklar ve Allah istediği kadar böyle kalacaklardır. Sonra tekrar aralarına ihtilâf ve tefrika düşecektir. Bu Peygamber'in ümmetinden Fırat'ın bu kıyısında, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kişi inecektir. O, hak üzere hakemlik edecek ve hakemlik ederken -hiç kimseden ve hiçbir şeyden- etkilenmeyecek, rüşvet almayacaktır. Dünya onun gözünde şiddetli rüzgarın etrafa dağıttığı külden daha alçak, ölüm ise gözünde, susuz bir kimseye sudan daha tatlıdır. O, içinde Allah'tan korkar, açıkta O'nu savunur ve Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmaz. Bu toprakların halkından o Peygamber'i görenler Allah'a iman ederse, mükâfatları benim rızam ve cennettir. O salih kulun zamanını görenler de onun yardımına koşmalıdırlar, çünkü onunla öldürülmek şehadettir. Daha sonra rahip, "Sana ulaşan bana da ulaşıncaya dek ben senden ayrılmam." dedi. Bunun üzerine Emirü'l-Müminin Ali (a.s) ağlayarak şöyle buyurdu: "Beni gözden düşürmeyen ve ismimi iyilerin kitaplarında getiren Allah'a şükürler olsun." Bu rahip Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) safında yer aldı ve söylendiğine göre Sıffin Savaşı'nda şehadet şerbetini içinceye kadar gece gündüz Hz. Ali'den ayrılmadı. Savaş bitince askerler şehitlerini gömerlerken Hz. Ali (a.s), o rahibin cesedini bulmalarını emretti. Onun cesedini  bulduklarında Hz. Ali şahsen ona namaz kılarak toprağa verdikten sonra mezarının üzerinde, "Bu, bizim ailemizdendir." buyurdu ve defalarca

onun için Allah'tan bağışlanma diledi.[69]

Sahabe ve Tâbiînin Sözlerinde Vasiyet

1- Ebuzer Gıfârî'nin Sözlerinde Vasiyet:

Ebuzer, Osman'ın hilâfeti döneminde Resulullah'ın (s.a.a) mescidinin önünde yaptığı bir konuşmada şöyle dedi: Muhammed, Adem'in ilminin ve diğer peygamberleri seçkin eden şeyin mirasçısıydı. Ali b. Ebu Talib de, Muhammed'in vasisi ve ilminin mirasçısıdır...[70]

2- Malik Eşter'in Sözlerinde Vasiyet:

Malik Eşter (r.a), Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) biat edince şöyle dedi: Ey insanlar! Bu adam vasilerin vasisi ve peygamberlerin ilminin mirasçısıdır. Öyle birisidir ki, Allah yolunda musibet ve ıstırapları canıyla satın almış ve imtihandan çok iyi çıkmıştır. Öyle bir kişidir ki, Kur'ân onun imanına tanıklık etmiş ve Resulullah (s.a.a) cennetle müjdelemiştir. Kemal ve üstünlükler onda zirveye ulaşmış, onun İslâm'ı kabulde önceliğinde, ilim ve faziletinde geçmişler ve gelecekler şüphe etmemiş ve etmeyeceklerdir.[71]

3- Amr b. Hamık el-Huzaî'nin Sözlerinde Vasiyet:

Emirü'l-Müminin Ali (a.s), Kûfe'de halkı Sıffin Savaşı için seferber edip onları Muaviye'yle savaşmak için hareket etmeleri konusunda aydınlatırken Amr b. Hamık el-Huzaî yerinden kalkarak şöyle dedi: Ya Emirü'l-Müminin! Seninle aramızda olan akrabalık yüzünden, bana bir servet bağışlaman için veya beni yüceltecek bir makama ulaştırmanı umarak seni sevip sana biat etmiş değilim. Ben -şu- beş özellikten dolayı seni sevmekteyim: Sen Resulullah'ın (s.a.a) amcası oğlusun, onun vasisisin, Resulullah'tan (s.a.a) bizlere hatıra kalan evlâtların babasısın, İslâm'ı ilk kabul eden kişisin ve Allah yolunda cihadda muhacirler arasında herkesten çok payın var.[72]

4- Muhammed b. Ebu Bekir'in Mektubunda Vasiyet:

Muhammed b. Ebu Bekir bir mektubunda Muaviye'ye şöyle yazdı: Bismillahirrahmanirrahim Ebu Bekir oğlu Muhammed'den Sahr oğlu azgına. Allah'a itaat edenlere selâm olsun, Allah'ın velâyet ve imametine sahip olanlar karşısında teslim olanlara selâm olsun. Ama sonra; Allah Tealâ ... Muhammed'i seçti ve peygamberliği ona özgü kıldı. Vahyini alsın ve risaletinin emini olsun diye onu seçti. Onu kendine peygamber etti ve o da kendisinden önceki ilâhî kitapları doğruladı ve onu hüküm ve kuralları için kılavuz kıldı. O, hikmet ve güzel öğütle insanları Allah yoluna davet etti. Tamamen halis olarak ve tam bir alçak gönüllükle davetini kabul edip onu doğrulayan, onunla birlikte olup iman eden ve emirlerine teslim olan ilk kişi kardeşi ve amcası oğlu Ali b. Ebu Talib'di (a.s). O, gizli ve açık işlerde Resulullah'ı (s.a.a) doğruladı ve onu bütün değerli işlere seçti ve bütün zararlardan savundu ve onu bütün korkunç olaylardan kendi canıyla korudu. Düşmanlarıyla savaştı, dostlarıyla barış içerisinde oldu, ilk başından beri zor ve sıkıntılı durumlarda ve korkunç yerlerde ihlasla ve fedakarlıkla dayandı. Nihayet her öne geçenden öne geçti. Öyle ki savaşta onun gibisi bulunmaz, hareket ve davranışta onun benzeri yoktu. Şimdi görüyorum ki, sen kendini onunla bir saymışsın; oysa sen, sensin ve o da odur. O her iyiliğe ilk koşan, Müslüman olanların ilki ve insanların arasında niyeti en temiz olanıdır. Öyle bir kişidir ki evlâtları, insanların evlâtlarının en temizi, eşi, kadınların en üstünü ve amca oğulları arasından dünyanın en üstün amca oğludur. Fakat sen ve baban bütün hilelerinizle daima Allah'ın dini karşısında azgınlık yapıp Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmaktaydınız. Bu düşünceyle diğerlerini etrafınıza çağırır, bu yolda mal verir ve ona karşı diğer kabilelerle ahitleşirdiniz. Yine bu düşünceyle baban öldü, onun yolunu sürdürmek için yerine sen geçtin. Bunun en bariz delili, Ahzab'dan kalanlar, münafıkların başları ve Resulullah'a (s.a.a) kin besleyenlerin senin etrafında toplanmış ve sana sığınmış olmalarıdır. Ama Ali'nin (a.s) şahsiyetinin deliline gelince; sahip olduğu apaçık fazileti, üstünlüğü ve İslâm'ı herkesten önce kabul etmiş olması dışında, onun ashabı da Kur'ân'da fazilet ve makamlarına değinilen, Allah Tealâ'nın kendilerini övdüğü muhacir ve ensardır. Böyle tanınmış çehreler onunla birliktedirler. Onun etrafında öyle savaşçılar toplanmışlardır ki kılıçlarını yıldırım gibi düşmanın tepesine indirir, onun yolunda canlarını verir ve kanlarını dökmekten çekinmezler. Çünkü fazilet ve şerefi onu izlemekte, zillet ve bedbahtlığı onun emrine itaatsizlikte görürler. Vay hâline senin! Nasıl olur da sen kendini Ali'yle bir tutarsın?! O, Resulullah'ın (s.a.a) mirasçısı, vasisi, onun evlâtlarının babası, onu izleyen ilk kişi, onun -hayatının sonuna kadar-  yanında olan, buyruklarını duyan, sırlarını göğsünde gizleyen, işlerinde onunla ortaklaşan en son kişidir." Muaviye, Muhammed b. Ebu Bekir'e cevap olarak şöyle yazdı: Ebu Süfyan oğlu Muaviye'den babasına zulmeden Muhammed b. Ebu Bekir'e. Selâm Allah'a itaat edenlerin üzerine olsun. Ama sonra; mektubun elime ulaştı; mektubun Allah'ın azamet ve kudretinden, Resulullah'ın (s.a.a) özelliklerinden bahseden ve aklının kısalığını, babana karşı küstahlık ve eleştirini gösteren şahsen uydurup eklediğin diğer konuları içermektedir. Ebu Talib oğlunun hakkından bahsetmiş, onun geçmişine, Resulullah'a yakınlığına değinmiş ve ona yardım etmesinden söz etmişsin, yine onun sıkıntı, zorluk ve korku anlarında canı ve malıyla Hz. Peygamber'e yardımda bulunduğunu kaydetmişsin. Sonunda da kendi fazilet ve üstünlüğün hakkında değil, başkasının fazilet ve üstünlüğüne delil getirmişsin. O hâlde fazilet ve üstünlüğü senden alarak başkasına veren Allah'a şükrediyorum. Peygamberimiz hayattayken babanla yan yanaydık, Ebu Talib oğlunun hakkını kendimiz için bilirdik, onun fazilet ve üstünlüğü her ikimize de açıktı. Fakat Allah Tealâ kendi yanında Peygamber'i için olanı ona verip, ona vaat ettiği her şeyi yerine getirince ve davetini açığa vurup, hüccetini muvaffak edince onu kendine çağırdı. Babanla (Ebu Bekir) Faruk (Ömer), zorla ve çirkin bir şekilde onu (Ali'yi) hakkından mahrum eden ve onunla muhalefete kalkışan ilk kişilerdi! Çok önceden bu işi yapmayı kararlaştırmış, onun ön hazırlıklarını yapmışlardı. Sonra babanla Ömer ondan kendilerine biat ve yardım etmesini istediler. Fakat Ebu Talib oğlu onlardan uzak durdu, onlara biat ve yardım etmekten sakındı. O ikisi de ona ruhî ıstırap ve kederi tattırdılar ve onu öldürmeye kalkıştılar; nihayet o da teslim olup onlara biat etti. Fakat buna rağmen o ikisi ecelleri gelip ölünceye kadar onu işlerine  karıştırmadılar, sırlarını ondan gizlediler. Daha sonra sıra onların üçüncüsü Osman b. Affan'a geldi; o da onlar gibi hareket etti... Burada Muaviye'nin mektubundan özellikle, Muhammed b. Ebu Bekir'in mektubundakileri açıkça itiraf edip doğruluğunu onayladığı bölümü iktibas ettik. Bu iki mektubun metninin tamamı, Nasr b. Müzahim'in Vak'atu Siffin'inde ve Mes'udî'nin Murucu'z-Zeheb'inde kaydedilmiştir. Fakat Taberî'yle İbn Esîr hicrî otuz altı yılında vuku bulan olaylarda bu iki mektuba değinmelerine rağmen kitaplarında kaydetmemişlerdir. Taberî kendi senediyle Yezid b. Zebyan'dan şöyle yazar: Muhammed b. Ebu Bekir Mısır valiliğine atandığında Muaviye'ye bir mektup yazdı, Muaviye de onun mektubuna  cevap verdi. Fakat ben bu mektuptakileri avam halkın duymasından hoşlanmıyorum; çünkü avam halk bunu duymaya güç yetiremez!! Binaenaleyh, Taberî'nin, Muhammed b. Ebu Bekir'le Muaviye'- nin mektuplarının içeriğini büyük tarih kitabında kaydetmemesinin sebebi, onun doğruluğunda şüphe etmesi değil, avam halkının ondan haberi olmasını doğru bulmamasıdır. Taberî'nin bu konudaki ifadesi aynen şöyledir: "O ikisi (Muaviye'yle Muhammed b. Ebu Bekir) arasında yazışmalar oldu; ben, avam halkın bu yazışmalara tahammül edememelerinden korkarak onları nakletmek istemedim." Allame İbn Esîr de Taberî'yi izleyerek büyük tarih kitabında bu mektupların metnini kaydetmemiş ve Taberî'nin bahanesini öne sürerek şöyle demiştir: "Avam halkın tahammül edememesinden korkarak bunların zikrinden sakındım."[73]

5- Amr b. As'ın Mektubunda Vasiyet:

Harezmî kendi kitabında Amr b. As'ın, Muaviye'ye yazmış olduğu bir mektubunu nakleder. Bu mektupta şöyle geçer: ...Ama bizden yapmamızı istediğin... batıl üzere olmana rağmen sana yardım edip Resulullah'ın (s.a.a) kardeşi, vasisi, mirasçısı, borcunu ödeyen, vaadini yerine getiren, kızının kocası... Ali'ye kılıç çekmemi istediğin...[74]

6- İmam Ali'nin (a.s) Sözlerinde Vasiyet ve İstidlali:

Harezmî, İmam Ali'nin (a.s) sözlerinden bir bölümünü şöyle kaydeder: Ben Resulullah'ın (s.a.a) kardeşi ve vasisiyim...[75] İbn Ebi'l-Hadid de İmam Ali'nin (a.s) Mısır halkına yazmış olduğu mektubun bir bölümünü şöyle kaydeder: Bilin ki, hidayet imamıyla, sapıklık önderi ve Peygamber'in vasisiyle Peygamber'in düşmanı eşit değildir.[76] Yakubî de kendi Tarih'inde Haricîlerin İmam Ali'ye (a.s) karşı getirdikleri delillerini şöyle kaydeder: "O (Ali -a.s-) vasiyete özen göstermedi ve onu zayi etti." İmam Ali (a.s) onlara vermiş olduğu cevabın bir bölümünde şöyle buyurur: Benim  Resulullah'ın vasisi olduğum hâlde onu zayi ettiğimi söylüyorsunuz; bunun cevabı şudur, Allah Tealâ buyuruyor ki: Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i (Kâbe'yi) haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de küfre saparsa, kuşkusu yok, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır.[77] Buna göre, sizce, Kâbe'yi haccetmeyen kimse mi Allah'ın evine küfretmiş olur, yoksa onu ziyaret etme gücüne sahip olduğu hâlde ziyaret etmeyen mi?! O hâlde beni bırakarak kâfir olanlar sizlersiniz, ben değil; çünkü sizler beni terk ettiniz.[78]

7- İmam Ali'nin (a.s) Hutbelerinde Vasiyet:

Emirü'l-Müminin Ali (a.s) Nehcü'l-Belâğa'nın 82. hutbesinde şöyle buyurur: Ey insanlar! Ben size önceki peygamberlerin ümmetlerine verdikleri öğütleri verdim ve peygamberlerin vasilerinin onlardan sonraki vazifelerine göre davrandım. Ve 88. hutbede ise şöyle buyurur: Dinlerinin delillerindeki o kadar ihtilâflara rağmen bu grubun hatalarına nasıl şaşırmayayım; onlar ne Peygamber'i izlerler ve ne de onun vasisinin davranışına uyarlar. Diğer bir hutbede ise şöyle buyurur: Bu ümmetin fertlerinin hiçbiri Âl-i Muhammed'le (s.a.a) mukayese edilemez. Onların bağışlama nimetine ulaşan kimse, onlarla asla eşit olamaz. Onlar dinin asıl temelleridirler... Onlar hak olarak imamet ve velâyet özelliklerine, mirasçılık ve vasilik makamına sahiptirler. İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazıyor: Bir gün Emirü'l-Müminin Ali (a.s) yaptığı bir konuşmada şöyle buyurdu: Ben Allah'ın kulu ve Peygamber'inin kardeşiyim; benden önce veya sonra böyle bir iddiada bulunan kimse yalan konuşmuş olur. Ben rahmet peygamberinden miras aldım, bu ümmetin hanımlarının efendisiyle evlendim, vasilerin en sonuncusuyum ben.[79]

8- İmam Hasan'ın (a.s) Hutbesinde Vasiyet:

İmam Hasan (a.s), babası Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şahadetinden sonra okuduğu bir hutbede şöyle buyurur: Ben Ali oğlu Hasan'ım, ben Resulullah'ın oğluyum, Resulullah'ın vasisinin oğluyum.[80]

9- Şiîlerin İmam Hasan'ın (a.s) Şehadetinden Dolayı İmam Hüseyin'e (a.s) Yazmış Oldukları Başsağlığı Mektubunda Vasiyet:

İmam Hasan (a.s) şehit edildiği haberi Kûfe'de Şiîlere ulaşınca, Şiîler, Süleyman b. Surad el-Huzaî'nin evinde toplanarak İmam Hüseyin'e (a.s) hitaben bir mektup yazıp kardeşinin şahadetinden dolayı ona taziyelerini arz ettiler: Bu mektup şöyledir: Bismillahirrahmanirrahim Kendi takipçileri ve babası Emirü'l-Müminin'in takipçileri tarafından Hüseyin b. Ali'ye. Selâm olsun sana. Biz senin karşında, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a

hamd ediyoruz. Ama sonra. Hasan b. Ali'nin doğduğu gün, öldüğü gün ve tekrar dirileceği gün (Allah'ın selâmı onun üzerine olsun)[81] şehadet haberi bize ulaştı... Resulullah'ın vasisinin ve kızının oğlunun şehadet haberi genel olarak bu ümmete, özellikle sizin şahsınıza ve Şiîlerinize çok ağır  geldi...[82] Mes'udî'nin Murucu'z-Zeheb'inde şöyle geçer: İmam Hasan'ın (a.s) şahadet haberi Şam'da Muaviye'ye ulaşınca, İbn Abbas ona dedi ki: Bizim musibete uğramamız yeni bir şey değildir. Biz bundan önce peygamberlerin efendisi, muttakilerin önderi ve âlemlerin Rabbinin gönderdiği Resul'e ve ondan sonra da peygamberlerin vasilerinin efendisine matemliydik; Allah Tealâ bu musibeti telâfi etsin.[83]

10- İmam Hüseyin'in (a.s) Hutbesinde Vasiyet:

İmam Hüseyin (a.s) Aşura günü Yezid'in ordusu karşısında bir hutbe okuyarak kendi hakkını şöyle ispata çalıştı: Ama sonra, benim soy ve akrabalığımı göz önünde bulundurun ve benim kim olduğuma bakın. Sonra kendinize gelerek, beni öldürüp hürmetimi çiğnemeniz câiz midir diye kendinizi kınayın. Acaba ben sizin peygamberinizin kızının ve onun amcası oğlu olan vasisinin oğlu değil miyim? Ben, İslâm'a giren ilk kişinin oğluyum. O, Allah'a ilk iman eden, Peygamber'inin risaletini ve Allah tarafından Hz. Peygamber'e vahyedilenleri doğrulayan ilk kişiydi? Şehitler efendisi Hamza benim babamın amcası değil midir? Cennette iki kanadı olan şehit Cafer-i Tayyar benim amcam değil midir?[84] İmam Hüseyin'in (a.s) babası Emirü'l-Müminin'i (a.s) "vasi" diye nitelendirmesinin nedeni, bu sıfatın o dönemde halk arasında meşhur oluşudur; tıpkı dedesinin  "Peygamber" veya babasının amcası Hamza'nın "Seyyidu'ş-Şuheda" ve amcası Cafer'in "Cennette iki kanadıyla uçan (Tayyar)" diye meşhur oluşu gibi. Bu nedenle İmam Hüseyin (a.s) soyunu sayarken, babası Ali'yi "vasi" diye nitelemiş ve hiç kimse de bunu reddetmemiştir.

11- Seffah'ın amcası Abbasî Halifesi Abdullah'ın İstidlalinde Vasiyet:

Abbasîler ilk başta halkı Âl-i Muhammed adına Emevîlere karşı kıyama davet ediyor, Ebu Müslim Horasani'yi "Âl-i Muhammed'in emiri"[85] diye adlandırıyorlardı ve muhaliflerine karşı, hükümet ve önderliğin Âl-i Muhammed'in hakkı olduğuna dair, Resulullah'tan (s.a.a) rivayet edilen hadis ve naslarla istidlal ediyorlardı. Fakat galip gelip hükümeti ele geçirince Âl-i Muhammed'e sırt çevirdiler. Buna rağmen, Abbas Oğulları'ndan "vasiyet" meselesine istidlal edenlerden biri, ilk Abbasî halifesi Seffah'ın amcasıdır. Bu hususta Zehebî'nin Ebu Amr-ı Evzaî'den1 naklettiği özetle şöyledir: Evzaî der ki: Seffah'ın amcası Abdullah b. Ali Şam'a girip Ümeyye Oğulları'nı öldürünce birini bana gönderdi. Ben onun yanına gittiğimde dedi ki: "Yazıklar olsun sana! Bizim hükümetimiz meşru değil midir?" Ben, "Nasıl?" dedim. Bunun üzerine, "Resulullah Ali'yi kendine vasi etmedi mi?" dedi. Ben, "Eğer Hz. Peygamber, onu vasi ettiyse hakemler de neyin nesi oluyordu, neyi halletmek istiyorlardı?" dedim. Ben bu cevabı verince Abdullah sustu, öfkesi yüzünden belli oluyordu. Ben öldürüleceğime emin olup her an başımın önüme yuvarlanacağını bekliyordum. Ama o eliyle beni dışarı çıkarmalarını işaret etti. Bunun üzerine dışarı çıktım... Evzaî,[86] Haricîlerin getirmiş oldukları delille vasiyeti reddetmeye çalışmıştır. İmam, bunun cevabını Haricîlere vermiştir. Biz İmam'ın cevabını, "İmam Ali'nin (a.s) sözlerinde vasiyet ve İstidlali" bölümünde naklettik.

Back Index Next