Back Index Next

bu asrın bilginleri, ulaştıkları şeylerin çoğunu gizledikleri için bu belgeler tarih kaynaklarına yansımamıştır. İbn Kesir, bütün bunları gizlemiş, görmezden gelmiş ve onlardan hiçbirini kendi Tarih'inde kaydetmemiştir. İbn Kesir, gizlenip örtbas edilen şeylerden biri ileride diğer bir kitapta bulunacak olursa kendisinin, "Bunlar Şia'nın cahillerinin adlandırdığı ve aptalların hikâyesidir!" sözüne dayanılarak örtbas edilen o şeyin doğrulanmaması için râvileri, rivayetleri bu rivayetleri nakleden kitapları tezyif etmiş, bu rivayetlerle istidlalde bulunanları akıl dışı sayarak bütün bunları gizlemiştir. Hilâfet Ekolü bilginlerinde bu gibi gizlemelere sık sık rastlanmaktadır.

b) Hadis Râvilerini Yalanlamak

İbn Abdulbir, Şa'bî'nin, Haris Hemdanî'yi, "Büyük yalancılardan biri olan Haris bana şöyle nakletti." diye andığını kaydeder. İbn Abdulbir ise şöyle diyor: Şimdiye kadar Haris'in yalan söylediği görülmemiştir. Şa'bî, Ali'yi sevmekte, onun makam ve mevkisini diğerlerinden üstün görmekte aşırı gittiği için Haris'ten nefret ederek –Allah bilir- onu yalancı olarak tanıtmıştır. Çünkü Şa'bî Ebu Bekir'in diğerlerinden üstün olduğuna ve ilk  Müslüman olduğuna inanır.[270]

c) Hadis İmamlarını Yalanlamak

a) Hâkim Nişaburî

Ehlisünnet Ekolü'nde, siyasetlerine aykırı bir hadis nakleden hadis imamları bazen eleştirilmektedir; Şafiî Hâkim'in başına gelenler buna örnektir. Zehebî kitabında, onun hayatı bölümünde başına gelenleri anlatmıştır.[271] Bu olay özetle şöyledir: İbnu'l-Bey' diye meşhur olan büyük hafız, hadisçilerin ileri geleni Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Hummedûye Nişaburî hicrî 312 yılında dünyaya gelmiş ve 405 yılında da vefat etmiştir. Hâkim çocuk yaşta hadis öğrenmek için Irak'a göçüp oraya yerleşmiştir. Daha sonra haccederek Horasan ve Maveraunnehreyn'i

gezerek iki binden fazla hadisçinin konuşmalarını dinlemiştir. Hâkim'in yaklaşık beş yüz risalesi vardır, teliflerinden biri Fezailu'ş-Şafiî adlı kitabıdır. Hâkim'in kendi dönemindeki hadis bilginlerinin en meşhuru olduğu, döneminin bilginlerinin onu kendilerinden önde tuttukları, onun fazilet ve kemal hakkını gözettikleri, hürmet ve saygınlığını korudukları söylenir... Zehebî şöyle diyor: Hâkim'e "Tayr" hadisi sorulduğunda dedi ki: "Bu hadis doğru değildir; çünkü bu hadis doğru olursa, Resulullah'tan (s.a.a) sonra hiç kimsenin Ali'den üstün olmadığı anlamına gelir." Sonra Zehebî der ki: "Fakat bir müddet sonra Hâkim görüşünü değiştirerek "Tayr" hadisini Müstedrek'inde kaydetti. Daha sonra Zehebî Hâkim'le Müstedrek'i hakkında bilginlerin görüşlerini şöyle kaydeder: Hâkim kendi kitabında "Tayr" hadisi ve "Ben kimin mevlasıysam, Ali de onun mevlasıdır." gibi hadisleri kaydederek bunların Buharî'yle Müslim'in şartlarıyla sahih olduğunu iddia etmiştir. Elbette bunları hadis bilginleri kabul etmemiş ve onun sözüne itina etmemişlerdir... Zehebî şöyle diyor: "Tayr" hadisi, bize çeşitli sahih yollarla ulaşmıştır. Ben ayrı bir kitapta bunları bir araya topladım. Bu mecmua bu hadisin yeteri kadar sahih olduğunu göstermektedir. "Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır." Hadisi de çeşitli sahih yollarla bize ulaşmıştır. Ben bu konuda da ayrı bir kitap yazmış bulunmaktayım... Yani Zehebî: "Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır." hadisi hakkında ayrı bir kitap yazmıştır. "Ben kimin mevlasıysam, Ali de onun mevlasıdır." hadisi ve Resulullah'ın (s.a.a) Emirü'l-Müminin Ali (a.s) hakkındaki naslarını yeri geldiğinde inceleyeceğiz. Ama "Tayr Hadisi", Enes ve diğer sahabelerce nakledilmiş olup bu hadis şöyledir: Bir gün Resulullah'a (s.a.a) kızartılmış bir kuş getirdiler. Resulullah (s.a.a) dua ederek Allah Tealâ'dan o kuşun etini beraber yemeleri için -Resulullah'tan (s.a.a) sonra- yaratıklarının en üstününü göndermesini istedi. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) duası kabul oldu ve Ali gelerek kuşu onunla birlikte yedi.

Bu hadis Resulullah'tan (s.a.a) sonra Ali'nin insanların en üstünü olduğunu sergilediği için Hâkim'le diğerleri bu hadisi neden naklettiler diye eleştirmişlerdir. Şunu da söyleyelim ki, biz Emirü'l-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) fazilet ve menkıbelerini saymak istemediğimiz için "Tayr" hadisini

naslar bölümünde nakletmedik; bu bölümde bizim maksadımız Resulullah'ın Ehlibeyt'i (selâm üzerlerine olsun) ve hilâfet hakkındaki nasları kaydetmekti. Zehebî, Şafiî mezhebi mensuplarından olan Hâkim'in, Ehlisünnet nezdinde, hadis ilmindeki fazilet ve üstünlüğünü kaydetmiştir. Fakat Hâkim Müstedrek'inde İmam Ali'nin fazileti ve Muaviye'nin alçaklığı hakkında birtakım hadisler kaydetmiş olduğu için diğerleri tarafından kınanmıştır. Zehebî, Hâkim'i kınayanların sözlerini şöyle kaydeder: O -Hâkim- hadiste güvenilir olmasına rağmen alçak bir Rafizîdir. Veya:

O -Hâkim-, hilâfet konusunda Ebu Bekir'le Ömer'i Ali'den üstün görerek Sünniliğini ortaya koymakla birlikte Muaviye'yle çocuklarından Yezid'den yüz çevirmiş olup, açıkça buna bir mazeret de getirmemiştir. Daha sonra Zehebî, Hâkim hakkındaki kendi görüşünü şöyle beyan ediyor: Hâkim'in, Ali'nin düşmanlarından yüz çevirmesi apaçık bellidir; fakat Hâkim şeyheyne (Ebu Bekir ve Ömer) devamlı saygı duyardı. O, Rafizî değil Şiîydi. Bütün bunlara rağmen keşke o Müstedrek adlı kitabını yazmamış olsaydı! Çünkü bu kitabındaki yersiz düşünceleri onun makamının ve mevkisinin aşağı düşmesine sebep oldu!

b) Şafiî

Şafiilerin imamı Muhammed b. İdris Şafiî (öl. 204 hk.) de Ehlisünnet Ekolü'nde Rafizîlikle suçlanan hadisçilerden biridir! Beyhakî, Şafiî'nin şu şiirleri okuduğunu kaydeder: Dinden çıktın, dediler; dedim asla, / ne dinden çıktım ve ne de dinsizliğe inandım. Şüphesiz ben imamların en üstününü ve / hidayet edicilerin en hayırlısını sevmekteyim. "Vasiy"i[272] sevmek dinsizlikse(!) / bu durumda ben insanların en dinsiziyim. Yine demiştir ki: Âl-i Muhammed'i sevmek rafz ve dinden çıkmak sayılıyorsa / Herkes bilsin ki, ben Rafizîyim Şafiî'nin aşağıdaki sözünden bazen sevgisini onlardan gizlemek zorunda kaldığı anlaşılmaktadır: Ben devamlı bu sevgiyi senden gizlemekteydim ve âdeta / soranlara cevap vermekten acizdim. Ben bu halis sevgiyi, kınayanların ve saçma şeyler söyleyenlerin / sözlerinden kurtulmak için devamlı senden gizliyordum.[273] Fakat sonunda bu gizlemenin ona bir faydası olmadı ve diğer bilginler gibi Resulullah'ın (s.a.a) sünneti ve onun ashabının sireti hakkında bildiklerini gizlemediği için Rafizîlikle ve dinden çıkmakla suçlandı. Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nde Şafiî mezhebine mensup bilginlerin çoğu, diğer mezheplere mensup bilginler gibi "vasiyet" hadisini gizlemedikleri için Rafizîlikle ve dinden çıkmayla suçlanmaktadırlar.

* * *

Bu bahsimizde, râvilerin tezyif edilmesinden onların sapmasına, dinden çıkmasına, Şiîleşmesine ve hadisin itibardan düşmesine sebep olacak şeylerle suçlanmasına kadar inkâr çeşitlerini kaydettik. Bu gibi inkârlar, istidlal konusunda mantıklı bir sözü kabul etmek istemeyenler için en kolay yoldur. Diğer taraftan da hakkı ispatlamak için kullanılan en zor yol olduğu unutulmamalıdır; çünkü reddedenin "Bu hadis zayıftır, batıldır- uydurma ve yalandır!!" demesi kolaydır. Fakat haklı olan taraf onun doğru olduğuna dair peş peşe delil getirerek onu ispatlamak zorundadır. Oysa karşı taraf sadece onu inkâr ve reddetmekle yetinmektedir! Böyle bir davranış gerçekte râvilerin şahsiyetlerini öldürmek ve dolayısıyla da Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nün maslahatına aykırı şeyleri nakleden râvileri fiziksel olarak katletmektir! Şimdi aşağıda, Ehlisünnet Ekolü'nde bu sonuncusunun bir örneği olan Kütüb-i Sitte'nin sahiplerinden birisinin katledilişini okuyacaksınız.

d) Sihah Yazarlarından Biri Olan Neseî'nin Katledilişi!

Biz, Neseî'nin hayatını kaydeden Zehebî ve İbn Hallikan'ın kitaplarından, onun nasıl idama mahkum edildiğini[274] özetle naklediyoruz: Hafız, imam, Şeyhu'l-İslâm Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb Neseî hadis ilminde kendi döneminin en ileri geleniydi. O, hadisleri tanıma ve senetlerinin yüceliği  açısından son derece sağlam ve eşsiz olan Sünen kitabını yazarıdır. Neseî, Mısır'da ikamet eder, bir gün arayla oruç tutup geceleri ibadetle geçirirdi. O, Mısır valisiyle birlikte savaşa çıktı; oysa hiçbir zaman onunla bir toplantıda ve bir sofranın başında oturmamıştır. Neseî hayatının son dönemlerinde Hac ziyareti için hareket etti; daha sonra Dımeşk'e gitti. Orada Emirü'l-Mü-minin Ali'nin (a.s) ve Ehlibeyt'in diğer fertlerinin fazilet ve menkıbeleri hakkında Hasais kitabını yazdı. O, bu kitabındaki rivayetlerin çoğunu Ahmed b. Hanbel'den almıştır. Bu kitabı yazması sonucu Şamlıların öfkesine maruz kalmıştır. Neseî der ki: "Dımeşk'e gittiğimde orada Hz. Ali'nin (a.s) birçok düşmanı olduğunu gördüm. Bu nedenle Hasais adlı kitabımı yazarak Allah'tan bu kitap vesilesiyle onları hidayet etmesini ümit ettim." Şam ahalisi Neseî'ye, bir de Muaviye'nin faziletleri konusunda kitap yazmasını önerdi! Neseî, "Onun hakkında ne yazayım ki? 'Allah'ım, onun karnını doyurma.' hadisini mi?!" dedi. Bu öneride bulunan kimse onun bu sözü karşısında söyleyecek bir şey bulamadı. Tekrar ona müracaat ederek Muaviye'nin faziletleri konusunda bir şeyler yazmasını istediler. Bu defa da dedi ki: "Onu böyle Ali'yle bir kabul etmeyip Ali'den üstün mü görmek istiyorsunuz?!" Neseî'nin bu cevabı, ona tekme ve yumrukla saldırıp hayasına vurmaları, sürükleyerek mescitten dışarı çıkarıp baygın bir hâlde çöle atmaları için yetmişti. Hafız Ebu Nuaym hakkında, "Neseî o dayak ve sürükleme sonucu öldü." der. Darkutnî de, "Neseî Dımeşk'te bir imtihana tâbi tutuldu ve hicrî 303 yılında orada şehit oldu." der. Neseî, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini yayma yolunda tatsızlıklarla karşılaşan, zulüm gören ve sonunda öldürülen ilk kişi değildir. Resul-i Ekrem'in sahabesi Ebuzer Gıfârî de, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini gizleme konusunun ilerideki bölümlerinde anlatılacağı gibi bu yolda birçok zahmetlerle karşılaşmıştır. Bu yolda canını kaybeden bilginlerin sayısı çoktur; onlardan bazılarının hayatını günümüzün değerli alimlerinden Eminî "Şu-heda-i Fazilet" adlı kitabında kaydetmiştir. Böyle bir durumda, Resulullah'ın Ehlibeyt'inin fazileti hakkında onun naslarını anlatmaya kim cesaret edebilirdi? Bu durumda, hilâfetin Ehlibeyt'in hakkı olduğu konusunda Resulullah'ın (s.a.a) naslarını anlatmaya hiç kimsenin cesaret edemeyeceği açıktır! Acaba İbn Kesir, bilginlerden Muaviye'nin faziletleri hakkında bir kitap yazmalarını istediklerinde kolları sıvayarak Muaviye'yi rezil eden rivayetleri dünya ve ahirette onun faziletlerini gösterecek bir şekilde tevil edemez miydi? Böyle bir durumda Resulullah'ın (s.a.a) doğru sünnetini yaymak nasıl mümkündü? Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'ne muhalefet eden veya Resulullah'ın (s.a.a) sünnetiyle ilgili bir kitap yazan ya da bu alanda halifelerin siyasetiyle uyuşmayan bir rivayet nakledenlerin akıbetinin ne olduğu hususunda yeteri kadar bahsettik. Şimdi halifelerin siyasetine muhalif olan Resulullah'ın (s.a.a) sünneti hakkındaki kitapların başına neler geldiğini inceleyelim.

8- Kitaplarla Kütüphanelerin Yakılışı

Hilâfet Ekolü'nde gizleme çeşitlerinden biri de, yayılarak insanların eline geçmesi istenmeyen hadis ve siret kitaplarının yakılmasıdır. Kitapları yakan ilk kişi Ömer b. Hattab'dır; biz ileride İslâm'ın teşriî kaynakları hakkında Hilâfet Ekolü'nün görüşleri bölümünde bunu geniş bir şekilde inceleyeceğiz. İbn Sa'd Tabakat'ında bu konuda şöyle der: Resulullah'ın hadisleri Ömer'in hilâfeti döneminde oldukça çoğaldı. Bu yüzden halife halkı çağırarak onların hepsini kendisine getirmeleri için onlara yemin ettirdi. Halk yazdıklarını getirince onların hepsini yakmalarını emretti. Zübeyir b. Bekkar Muvaffakiyyat[275] adlı kitabında şöyle yazar: Süleyman b. Abdulmelik kendi veliahtlık döneminde hac için Mekke'ye giderken yolu Medine'ye düştü. Orada Aban b. Osman'dan kendisi için Resulullah'ın (s.a.a) sireti ve savaşlarıyla ilgili bir kitap yazmasını istedi. Aban, "Bu kitabı ben daha önce güvenilir râvilerin dilinden toplayıp hazırladım." dedi. Bunun üzerine Süleyman on kişinin ona bakarak aynısını yazmasını emretti. Onlar da itaat ederek o kitabı derinin üzerine yazıp Süleyman'a sundular. Süleyman kitabı alarak okumaya başladı. Ensarn birinci ve ikinci Akabe'de Resulullah'a (s.a.a) biat etmelerine ve Bedir Savaşı'na katılmalarına gelince dayanamayarak Aban'a şöyle dedi: "Ben ensarın böyle bir iftihara sahip olduğunu bilmiyordum. Ya benim ailem onlara zulmetmiş ya da gerçekten böyle bir şey yoktur!" Aban, "Ey emir!" dedi, "Bunların mazlum şehit (Osman) hakkında yaptıkları bizim hakkı söylemememize ve onu gizlememize sebep olamaz. Bunlar kitabımızda andığımız gibidir."Süleyman, "Benim böyle bir kitaptan not almaya ihtiyacım yoktur. Şimdilik dursun da bu konuyu Emirü'l-Müminin'le (babası Abdulmelik'le) konuşayım; onun da buna muhalefet edeceğini sanıyorum." dedi ve sonra da emri üzerine o kitabı ateşe atarak yaktılar! Süleyman Hac yolculuğundan dönünce babasının yanına giderek Aban'ın kitabıyla ilgili olanları babasına anlattı. Bunun üzerine Abdulmelik dedi ki: "İçinde bizim fazilet ve iftiharlarımızla ilgili bir şey yazılmayan kitaptan sana ne; halbuki tam aksine o kitapta Şamlıların bilmesini istemediğimiz konular kaydedilmiştir!" Süleyman, "İşte bu yüzden önce Emirü'l-Mümininin bu alanda görüşünü almak için o kitabın nüshalarını yakmalarını emrettim." dedi. Abdulmelik oğlunun bu hareketini doğrulayarak teyit etti! Evet, Müslümanların, kendilerinin çıkar ve siyasetleriyle uyuşmayan şeylerden haberlerinin olmaması için halifelerle onların veliahtları, Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinin bulunduğu kitapları böyle yakmayı emrediyorlardı. Bu halifeler daha tehlikeli şeyler  yaparak içinde kendi siyasetlerine aykırı olan Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini konu alan kitap ve yazıların bulunduğu kütüphaneleri de yaktılar. Örneğin: Bağdat'ın İslâmî Kütüphanesinin Yakılışı İbn Kesir, hicrî 416 yılı olaylarında, Erdeşir oğlu Şapur'un hayatı bölümünde şöyle yazar: O, çok iyilik sever ve pak insandı. Müezzinin sesini duyduğunda hiçbir şey onu namazdan alıkoymazdı. Şapur, hicrî 381 yılında bir evi ilim için vakf etmiş, onda birçok kitap toplamış ve onu idare etmek için kira yoluyla geliri olan bazı yerleri oraya vakfetmiştir. Bu  merkez yetmiş yıl varlığını sürdürdü. Nihayet hicrî 450 yılında Selçuklu padişahı Tuğrul'un saldırısı sonucu yakıldı. Bu ev Beynessureyn'de

bir yerdedir.[276] Yakut Hamevî de Mucemu'l-Buldan kitabında Beynussureyn hakkında şöyle yazar: Beynessureyn, Bağdat'ın Kerh bölgesindeki büyük bir mahallenin ismidir. Orada vezir Bahauddevle tarafından vakfedilen kitaplar vardır. Dünyanın hiçbir yerinde oradaki kitaplardan daha iyisi bulunmazdı. Oradaki kitapların tamamı büyük hadis ricalleri ve büyük bilginlerin hattıyla yazılmıştı. Bu kütüphane Selçukluların ilk padişahı Tuğrul Bey'in Bağdat'a saldırısında yakıldı; bu sebeple Kerh mahallelerinden bir bölümü de ateş aldı! Yine İbn Kesir, Şeyh Ebu Cafer Tusî'nin hayatında ve hicrî 460 yılı olaylarında şöyle kaydeder: O değerli âlimin eviyle kütüphanesini 448 yılında yaktılar![277] Bunlardan daha fazlası, Mısır'daki Fâtımî halifelerinin muteber kütüphanelerinin başına getirildi. Makrizî (öl. 848 hk.), Fâtımî halifelerinin saraylarındaki hazineleri sayarken Fâtımîlerin sarayındaki kitap hazineleri hakkında şöyle yazar: Onların kütüphaneleri dünyanın harikalarından biriydi. Bütün İslâm beldelerinde Kahire'deki Fâtımîlerin sarayının kütüphanesi kadar büyük bir kütüphane olmadığı söylenir. Yine, bu kütüphanede bir milyon altı yüz bin cilt kitap olduğu söylenmektedir. Makrizî bundan önce şöyle yazmıştır: Kitapların cildini kölelerle cariyeler bir elbise gibi ayaklarına takıyor, yapraklarını saltanat saraylarından dışarı atıp mezheplerine aykırı olan müsteşriklerin sözlerini yansıtıyor diye yakarak yok ediyorlardı![278] Yine bu kütüphanelerdeki kitapların bir bölümü nehirlere atılarak yok edilmiş veya başkalarının ellerine düşerek diğer şehirlere götürülmüştür. Alevlerden kurtulanları ise rüzgara maruz kalmış toprağa gömülerek kümeler oluşturmuşlardır ki günümüze kadar "kitaplar kümesi" ismiyle tanınmıştır. Kerh Kütüphanesi'nin temelini Ehlibeyt Ekolü mensuplarından Buveyhoğulları vezirlerinden biri atmıştı. Hilâfet Ekolü mensuplarından olan Selçuklular başa geçince, Bağdat'ın Kerh bölgesindeki Şeyh Tusî'nin kütüphanesini yakmışlar ve Mısır'da Selahaddin Eyyubî'nin iş başına geçmesiyle Fatımîler'in  kütüphanesindeki kitap hazinelerinin başına bundan kat kat daha büyük bir bela getirmişlerdir! Allah'ım! Hilâfet Ekolü'nün muhaliflerinin kütüphanelerinin yakılmasıyla Resulullah'ın (s.a.a) değerli sünnetinden ne kadarını kaybettik?! Onların arasında Resulullah'ın Ehlibeyt'i hakkında ve vasiyet konusunda ne kadar sahih hadisler vardı; bütün bunlar bu gizlemeler sonucu yok olup gittiler; Allah daha iyi bilir. Fakat, Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nde Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini gizlemelerden en önemlisi, Hz. Peygamber'in sünnetinin ve ashabının tutumunun tahrif edilişidir; aşağıdaki bahsimizde bunu inceleyeceğiz.

9- Ashabın Tutumuyla İlgili Rivayetin Bir Bölümünün Silinip Tahrif Edilişi

Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nde gizleme çeşitlerinden biri de rivayetin bir bölümünü silip görmezden gelmektir; tıpkı İbn Kesir'in kendi Tarih'inde İmam Hüseyin'in (a.s) hutbesine yaptığı gibi. Bu hutbeyi Taberî'yle İbn Esîr kendi Tarih'lerinde şöyle kaydetmişlerdir: Ama sonra; benim soyuma bakın ve görün kim olduğumu. Sonra kendinize gelerek beni öldürüp hürmetimi çiğnemek size yakışır mı diye kınayın kendinizi. Acaba ben Peygamber'inizin kızının oğlu, vasisinin, amcası oğlunun, Allah'a ilk iman eden ve Resulü'nün Allah tarafından getirdiklerini doğrulayan ilk kişinin evlâdı değil miyim?! Acaba şehitler efendisi Hamza benim babamın amcası değil midir? Acaba iki kanadıyla cennette uçan Cafer-i Tayyar benim amcam değil midir?![279] İbn Kesir bu rivayeti kendi Tarih'inde şöyle kaydeder: Kendinize gelerek dikkat edin: Benim gibi birini öldürmek sizin yararınıza mıdır? Oysa ben Peygamber'inizin kızının oğluyum ve yeryüzünde benden başka bir Peygamber'in kızının oğlu yoktur. Ali benim babamdır. Cafer-i Tayyar benim amcamdır, şehitler efendisi Hamza benim amcamdır!![280] İbn Kesir, İmam Hüseyin'in (a.s) hutbesinden "vasiyet" kelimesini atmıştır; çünkü daha önce dediğimiz gibi bu sözcüğü kaydettiği takdirde insanlar hükümet ve imametin Hz. Ali'yle Resulullah'ın (s.a.a) evlâtlarının kesin hakkı olduğunu anlarlardı. İşte bunun yayılması hâkim gücün zararına olacağı için İmam Hüseyin'in (a.s) hutbesini tahrif ederek gizlemiştir! Bu, benzerini Resulullah'ın (s.a.a) sünnetini ve siretini silme ve gizleme çeşitlerinin onuncusunda örneklerine değineceğimiz Hilâfet

Ekolü'ndeki tahrif çeşitlerinden biridir.

10- Sahih Hadislerin Yerine Uydurma Hadislerin Yerleştirilişi

Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'ndeki gizleme çeşitlerinden biri sahih rivayetlerin yerine uydurma rivayetleri yaymaktır. Bu konuda bir örneğe dikkat edelim: Taberî kendi Tarih'inde Ebuzer Gıfârî hakkında şöyle yazar: Bu yıl, yani hicretin otuzuncu yılında Ebuzer Gıfarî'yle Muaviye arasında çıkan tartışma sonucu Muaviye onu koruma altında Şam'dan Medine'ye gönderdi. Muaviye'nin Ebuzer Gıfârî'ye karşı bu davranışına sebep olan birçok şey söylenmiştir; fakat ben onların çoğunu anlatmaktan hoşlanmıyorum. Ancak Muaviye'yi savunmaya kalkışanlar bir hikâyeyi öne sürmüşlerdir. Sırrî bu hikâyeyi yazarak bana göndermiştir. Bu hikâyede Şuayb'in Seyf'e şöyle dediği geçer... İbn Esîr de Taberî'yi izleyerek şöyle kaydeder:

Bu yılda vuku bulan olaylardan biri Ebuzer'in meselesi ve Muaviye tarafından onun Şam'dan Medine'ye sürülmesidir. Muaviye'nin ona küfretmesine, öldürmeyle tehdit etmesine, havutsuz bir deveye bindirerek Şam'dan Medine'ye ve Medine'den de söylemekten hoşlanmadığım kötü bir şekilde Rebeze'ye sürmesine sebep olan birçok etkenler yazmışlardır. Şimdi, Taberî gibi bir bilginin, öyküsünü muteber kitabında, Ebuzer'in rivayeti bölümünde kaydettiği bu Seyf'in kim olduğunu görelim; öyle bir hikâye ki, Muaviye'yi savunanlar, Ebuzer'e karşı davranışından dolayı onu temize çıkarmada bu hikâyeye sarılırlar. Yine Seyf'in rivayetlerinin nasıl olduğu ve nasıl bir değere ve itibara sahip olduğunu inceleyelim.

Birkaç Satırda Seyf b. Ömer et-Temimî

Seyf, tahminen hicrî 170 yılında vefat etmiştir. O, Resulullah'ın (s.a.a) döneminden, Benî Sâide Sakife'si, Ebu Bekir'e biat edilmesi, İrtidat Savaşları, fetihler ve nihayet Cemel Savaşı hakkında öyle rivayetlerde bulunmuştur ki şahsına mahsustur; bu rivayetleri ondan başka hiç kimse söylememiştir. Rical ilmi bilginleri Seyf b. Ömer hakkında şöyle derler: O zayıftır. Hadisi metruktur. Sözlerine itina edilmez. Söz konusu olmayan bir yalancı, hadis uyduran ve zındıklıkla suçlanan bir kişidir.[281] Seyf'in Rivayetlerinin Niteliği Seyf kendi rivayetinde Resulullah (s.a.a) için yüz elli sahabe  uydurmuştur. Biz bunlardan doksan üçünü "Hamsune ve Mietu Sahabiyyin Muhtelak" (Yüz Elli Uydurma Sahabe) adlı kitabımızın iki cildinde her biri hakkında yaptığımız geniş incelemelerde kaydettik. Seyf bunlardan yirmi dokuzunu kendi kabilesi olan Temim'den uydurmuş, hayalinde her biri için fetihler, kerametler, şiirler ve hadis rivayetleri alanında bir sürü haberler uydurmuştur. Oysa Allah Tealâ ne bu insanları, ne de bunların  rivayetlerini yaratmış değil; aksine bunların hepsini Seyf uydurmuştur. Biz, Abdullah b. Saba ve Mie ve Hamsune Sahabiyyin Muhtelak[282] adlı kitaplarımızda bu râvilerden yetmişten fazlasını inceleyip gücümüz yettiği kadarıyla Seyf'in bu uydurma rivayetlerinin râvilerini aradık ve şu sonuca vardık: Seyf, Muhammed b. Sevad Nüveyre dediği bir râvisinden yaklaşık 216 rivayet, diğer râvilerinden ise daha az miktarda rivayet etmiştir; öyle ki, bir râvisinden sadece bir rivayet nakletmiştir. Yine Seyf, Araplar için şairler, Fars ve Rumlar için komutanlar, Müslüman ve Müslüman olmayan devletler içinse topraklar uydurmuş, tarihî olayların yıllarını tahrif etmiş, İslâm tarihindeki seçkin kişilerin isimlerini değiştirmiş ve uydurduğu rivayetlerle Müslümanların arasında birtakım hurafeler yaymıştır. Seyf, irtidad ve fütuhatta hiçbir zaman vuku bulmayan savaşlar

uydurmuş, bu savaşlarda Müslümanların eliyle feci bir şekilde öldürülen yüz binlerce kişiden bahsetmiştir; oysa ne bu savaşlar ve ne de böyle vahşice öldürmeler vuku bulmuştur. O uydurduğu şeylerle İslâm'ın kılıçla yayıldığını belirtmiştir; biz Abdullah b. Saba adlı kitabımızın ikinci cildinin başında bunun temelsiz bir iddia olduğunu ispatladık. Seyf'in uydurma rivayetleri, Ehlisünnet'in hadis, tarih, edebiyat gibi İslâm'ın önemli kaynaklarından yetmişine[283] girmiş, bu rivayetler Resulullah'ın (s.a.a) döneminden Muaviye'nin zamanına kadar bu kaynaklarda tamamen yayılmıştır. Herkesten daha fazla ve daha önce Seyf'e ilgi duyup rivayetlerini kitabında kaydeden kişi İmamu'l-Muvarrihin Muhammed b. Cerir Taberî'dir.[284] Taberî, Seyf'ten şu tür rivayetler nakletmiştir:

a) İslâm ordusunun denizin üzerinde hareket edişi! Dareyh sahillerinden gemiyle bir gün boyunca alınabilecek yolu alışı! İslâm ordusu su üzerindeki bu yolculuğunu, üzerini bir miktar su bulunan bir kum üstünde hareket ediyormuş gibi katediyordu; öyle ki, denizin suyu develerin tırnaklarına zor ulaşıyordu!

b) Kadisiye Savaşı'nda inekler, Seyf'in uydurduğu sahabe Asım b. Amr Temimî'yle fasih bir Arapça'yla konuşuyordu. Bekir, geçmek istediği nehirlerde Etlal ismindeki atına, "Etlal uç!" diye bağırır, Etlal da açık bir dille ona, "Bakara Sûresi'nin hakkı için uçuyorum!" diye cevap verip nehrin üzerinden uçardı!

c) Kadisiye Savaşı'nda cinler, Temim savaşçılarının yiğitlikleri hakkında şiirler okumuşlardı!

d) Şuş şehrinin kapısı, Deccal'ın, duvarına tekme vurarak "İnfetih bizar"[285] demesiyle hiç kimsenin eli değmeden açıldı

e) Veyh-i Erdeşir'in Behersir şehrinin fethinde melekler Esved b. Kutbe Temimî'nin dilinden Farsça kendisinin de anlamadığı bir söz söyledi; fakat o söz sebebiyle İranlılar kaçtılar! Bu gibi efsane ve hurafeleri Taberî Seyf'ten almış, kendi Tarih'inde kaydetmiş, oradan da diğer rivayet  kaynaklarıyla günümüze kadar yazılan İslâm tarihlerine geçmiştir; biz bunlardan bir bölümüne değineceğiz.

Seyf'in Hadislerinin Tarih-i Taberî'den Diğer Kaynaklara Geçmesinin Sebebi

İbn Esîr el-Kâmil adlı kitabının mukaddimesinde şöyle yazar: Ben bu kitapta, şimdiye kadar bir kitapta toplanmayan

şeyleri topladım. İlk önce herkesin güvendiği, ihtilâf konularında herkesin kabul ettiği İmam Ebu Cafer Taberî'nin Tarih-i Kebir'ine müracaat ettim... Bu kitaptan sonra diğer meşhur tarih kaynaklarına müracaat ederek inceledim ve Tarih-i Taberî'de bulamadıklarımı onlardan alarak kitabıma ekledim... Yalnız Resulullah'ın (s.a.a) ashabı arasında vuku bulan olaylar konusunda Taberî'nin naklettiklerine, daha fazla açıklama yapılan veya başka birinin ismi söylenen ya da hiçbir açıdan sahabelerden hiçbirini kötülemeyen konular dışında bir şey eklemedim. Böylece ben, naklettiklerinin doğruluğuyla tanınan bu gibi muteber tarihlerden ve meşhur kitaplardan başkasından bir şey nakletmedim.[286] İbn Kesir de İrtidat Savaşları, fütuhat ve Osman dönemindeki karışık durum hakkında sahabenin rivayetlerinin sonunda şöyle yazar: Bu İbn Cerir Taberî'nin -Allah rahmet etsin- tarih imamlarından kendi kitabında kaydettiklerinin özetidir; onun kaydettikleri arasında Şiilerden ve diğerlerinden heva ve heves

ehlinin isnat ettiği temelsiz yalan sözlerle uydurma hadisler görülmemektedir.[287] İbn Haldun da der ki: Bu, nihayetinde toplumsal birlik ve beraberliğe sebep olan İslâm hilâfeti, irtidad, fütuhat ve savaşlar hakkında sözün sonudur. Ben onların külliyatını özetle Muhammed İbn

Cerir Taberî'nin büyük tarih kitabından naklettim. Taberî'nin  kitabı, şimdiye kadar bu alanda gördüğümüz rivayet kaynaklarının en muteberi, sahabe ve tâbiînin adillerinden ibaret olan ümmetin ileri gelenlerinin ve seçkinlerinin eleştirilerine ve alayına sebebiyet veren şeylerden veya onların şek ve şüphelerinden en uzak kalanıdır.[288]

İslâm'ın İlk Dönemlerinin Meşhur Âlimlerinin Seyf'in Rivayetlerini Seçmelerinin Nedeni

Taberî, fakir sahabe Ebuzer'le Emir Muaviye'nin rivayetinde şöyle yazar: Onlardan çoğunu söylemekten hoşlanmıyorum; fakat bu konuda Muaviye'yi savunanlar Seyf'ten bir hikâye... İbn Esîr de kendi Tarih'inde şöyle kaydeder: Muaviye, Ebuzer'e küfrederek öldürmekle tehdit etti; sonunda onu havutsuz bir deveye bindirerek Medine'ye sürdü, Ebuzer, oradan da söylenmesi uygun olmayan çok dokunucu bir şekilde Rebeze'ye sürüldü!... Daha sonra Seyf'in hikâyesini sözde Muaviye'yi savunanların dilinden nakleder! Sahi, neden bu iki âlim Muaviye'yle Ebuzer hakkında Seyf'in rivayetinden başkasını kaydetmemiştir?! Bu iki bilgin Seyf'in rivayetinden başkasını nakletmemelerinin sebebi onların doğruluğuna güvenmedikleri için değil, o rivayetlerde hâkim gücün Ebuzer'e karşı davranışında bir bahane ve kaçış yolu bulamadıkları içindi. Muaviye ile Halife Osman'ı savunup mazeret gösterenler nezdinde buldukları tek şey Seyf'in zındıklığı, onun râvilerinin ise uydurma kişiler oluşuydu. Demek ki Taberî büyük tarih kitabını bu nedenle Seyf'in temelsiz rivayetleriyle süslemiş, İbn Esîr de bu sebeple Taberî'yi izleyerek Seyf'in rivayetlerini Tarih-i Taberî'den almıştır! İbn Kesir de aynı yolu izleyerek hicrî 36 yılı olaylarında ve Seyf'in rivayetleriyle kaydettiği Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Cemel Savaşı'na kadarki olaylar sonunda şöyle diyor: Bu, İbn Cerir Taberî'nin -Allah ona rahmet etsin- tarih imamlarından kendi kitabında kaydettiklerinin özetidir! İbn Kesir'in buradaki tarih imamlarından maksadı Taberî'nin rivayetlerini aldığı Zındık Seyf b. Ömer'le onun uydurma râvileridir! Fakat İbn Haldun gibi bir âlim, Tarih-i Taberî'deki halifelere biat rivayetleri, irtidat hikâyeleri, fütuhat veya Muaviye'ye biat gibi  hususlarda Seyf'in rivayetlerinin seçilmesinin sebebini çok açık bir şekilde ve daha da vurgulayarak şöyle beyan ediyor: Tarih-i Taberî'de kaydedilen bu rivayetler şimdiye kadar gördüklerimizin en güveniliri, ümmetin ileri gelenlerinin yüce makamına oranla şek, şüphe ve eleştirilerden en uzak olanıdır! Binaenaleyh, Tarih-i Taberî'de, Seyf'in rivayetleri, onların rivayet kaynaklarından en önemlisi sayılmaktadır; çünkü bu rivayetler  eleştirilerden, halifeler, valiler ve ümmetin ileri gelenleri olan sahabe ve tâbiîn hakkında şek ve şüphe yaratmaktan en uzak olan konulardır. Ümmetin ileri gelenlerinin kınanmasına neden olan bir rivayetin nakledilmesinin çirkin olduğuna ve ne pahasına olursa olsun, eleştiri konusunu sahabe için mazur göstermek adına bir bahane ve mazeret aranması gerektiğine dair diğer bir delil de Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın, şarap içen Ebu Mihcen ismindeki birisinden şer'î haddi kaldırması ve ordunun komutanı Sa'd'ın bu aykırı işine getirilmesi gereken mazerettir! Dikkat ediniz:

Back Index Next