Back Index Next

Sa'd'ın, Şarap İçen Ebu Mihcen'den Şer'î Haddi Kaldırışı

Ebu Mihcen Sakafî, Usdu'l-Gâbe, İsti'ab ve İsabe kitaplarında hayatının anlatıldığı bölümde geçtiği gibi şarap içmeyi alışkanlık hâline getirmesi yüzünden Ömer tarafından yedi defa şer'î hadde çarptırılan ve sonunda Medine'den sürülen bir kişidir. Ebu Mihcen, Kadisiye Savaşı'nda Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın ordusuna katılmış, şarap içmesi yüzünden Sa'd onu zincirle bağlayarak hapsetmiş; fakat Sa'd'ın karısı onu zindandan çıkarmıştır. Ebu Mihcen de savaş meydanının yolunu tutarak övgüye değer kahramanlıklar göstermiş, bu kahramanlığı yüzünden Sa'd da onu affederek şer'î hadd uygulamaktan vazgeçmiş, "Vallahi şarap içtiğin için sana şer'î hadd uygulamayacağım." demiştir. Ebu Mihcen ise, "Ben de artık şarap içmeyeceğim." demiştir! Sa'd, Ebu Mihcen'den şer'î haddi böyle kaldırmıştır. Fakat İbn Hacer, İsabe adlı eserinde Ebu Mihcen'in hayatında, İbn Fethun'un (öl. 519 hk.) İsti'ab'ın hamişinde basılan sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir: İbn Fethun, "Neden Ebu Mihcen'in hikâyesinde onun hiç çekinmeden şarap içen laubali bir kişi olduğunu ve... söylemiştir." diye Ebu Ömer'i eleştirmiştir. Daha sonra yazar ki: "İbn Fethun, Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın Ebu Mihcen'den şarap içme haddini kaldırmış olmasını kabul etmeyerek Sa'd hakkında böyle bir zannın mümkün olmadığını söylemektedir." Sonra da, "Bunun daha iyi bir izahı vardır." demiştir; fakat İbn Fethun bu iyi izahın ne olduğunu belirtmemiştir. Belki de demek istiyordu ki: "Sa'd, içinden Ebu Mihcen'in şarap içtiğinin kendisine kanıtlanmasını istiyordu; işte bu nedenle Ebu Mihcen'e şer'î haddi  uygulamamıştır! Bu da Allah Tealâ'nın Ebu Mihcen'i, halis bir tövbe ederek artık şaraba yaklaşmamaya muvaffak etmesine sebep oldu!"[289]

Hilâfet Ekolü mensupları, sahabe ve tâbiînin ileri gelenleri olarak gördükleri halifeler, valiler ve ilk halifelerin akrabalarından Muaviye, Yezid, Mervan b. Hekem ve onların valilerine kadar önde gelen kişileri eleştiriden kurtarmak için bu şekilde mazeret aramaktadır! Zındık Seyf b. Ömer, sazı hangi tarafından çalacağını iyi bildiği için rivayetlerini, asırlar boyunca Hilâfet Ekolü'nün çeşitli kesimlerinin isteğine uygun olarak uydurmuştur!

O, uydurma rivayetlerini, eleştiriye tâbi tutulan halifelerle akrabalarını savunmak örtüsü altına gizleyip böyle aldatıcı ve kalın bir perde ardında İslâm'a darbe vurmak, İslâm tarihini itibarsızlaştırmak ve İslâm inançlarına zararlı olan hurafeleri yaymak doğrultusundaki hedeflerini insanlardan gizlemiş ve halk arasında, "İslâm kılıç darbesiyle yayılmıştır!" sözünü yayabilmiştir. Seyf, zındıklık amacına uygun olarak uydurduğu şeyler vasıtasıyla örneklerini nakledeceğimiz bütün hedeflerine ulaşmıştır. Peygamberlik iddiasında bulunan Esved Ansî'nin kıssasında ve Allah

Tealâ'nın huzurunda İran padişahı Kisra'nın Resulullah'la (s.a.a) konuşmaları hikâyesinde İslâm inançlarına hurafeleri sokması buna örnek teşkil etmektedir! Seyf'in Rivayetlerinde Esved Ansî'nin Hikayesi Taberî, peygamberlik iddiasında bulunan Esved Ansî'nin[290] hikâyesinde Seyf'ten birkaç rivayet nakletmiştir; biz bunları özetle aktarıyoruz: Esved peygamberlik iddiasında bulunduktan sonra Yemen'i ele geçirdi ve Yemen'in İranlı padişahı Şehr b. Bazan'ı öldürerek karısıyla evlendi. Daha sonra ordusunun komutanlığını Kays b. Abduyağus'a ve Yemen'de oturan İranlıların işlerinin sorumluluğunu da Firuz ve Dazviye'nin uhdesine bıraktı. Resulullah (s.a.a), Esved'in bu hareketini duyunca Kays'a, Firuz'a ve Dazviye'ye bir mektup yazarak onlara savaşla, hileyle veya mümkün olan bir başka yolla Esved'in işini bitirip onu ortadan kaldırmasını emretti. Bu üç kişi hileyle Esved'i öldürmeye karar verdiler. Fakat Esved'in casusları onların komplolarını Esved'e bildirdiler. Esved bunu öğrenince Kays'ı çağırtarak ona, "Ey Kays! Meleğin ne dediğini biliyor musun?" dedi. Kays, "Ne diyor?!" diye sordu. Esved, "Melek diyor ki, sen Kays'a güvenerek ağırladın,

nihayet senin tarafından yüce makamlara ulaştı, izzet ve yücelikte seninle bir oldu. Fakat o sana ihanet ederek düşmanına yöneldi, onun komutanı olarak saltanatı istedi; şimdi bu hileyi içinde saklamaktadır." O diyor ki: Ey Esved! Ey zavallı! Kays'ın boynunu vur; aksi takdirde o seni hükümetten alarak boynunu vuracaktır." dedi! Kays bin bir yemin ederek, bütün bunları yalanladı ve şöyle dedi: "Sen benim için nefsimden daha yücesin. Benim hakkımda böyle laf etmekten daha ulusun." Esved, "Ey zalim!" dedi, "Sen meleği yalancı mı görüyorsun?! Fakat senin sırrını melekler bana söylediler. Yaptıklarından dolayı pişman olup tövbe ettiğini biliyorum!" Seyf der ki: Kays, Esved'in yanından ayrılınca Esved'le aralarında geçenleri arkadaşlarına söyledi. Bunun üzerine Esved hakkındaki düşüncelerinde daha da kararlı oldular. Bu nedenle Esved tekrar Kays'ı çağırtarak dedi ki: "Ey Kays! Ben sana doğru söylemedim mi ve senin bana söylediklerinin hepsi yalan değil miydi?! Melek bana diyor ki:

Ey zavallı, Ey zavallı! Eğer Kays'ın elini kesmezsen o senin başını kesecektir!" Kays dedi ki: "Allah'ın peygamberi olan senin gibi birini öldürmem doğru olamaz. Öyleyse sen nasıl uygun görürsen hakkımda o şekilde karar ver. Ben korkuyla endişe arasındayım. Beni öldürmelerini emret; çünkü bir defa ölmek, her gün ölümü defalarca gözlerimle görmemden daha iyidir!" Seyf der ki: "Esved, Kays'a acıyarak serbest bıraktı. Sonra

yüz deveyle yüz inek getirmelerini emretti. Hayvanları getirdiklerinde bir çizgi çizdi, kendisi de çizginin arkasında durdu ve hayvanların ayaklarını bağlamadan boğazladı. Hayvanların hiçbiri o çizginin diğer tarafına geçmediler! Esved onları öylece kendi hâllerine bıraktı. Hayvanlar çizginin arkasında çırpınarak öldüler!" Râvi der ki: "O gün kadar öyle ürpertici ve korkunç bir gün görmemiştim!" Seyf der ki: Sonunda Kays'la arkadaşları Esved'in karısını da kendi saflarına çekerek geceleyin dördü hep birlikte Esved'i öldürmek için saldırdılar. Firuz ileri çıktı. Esved'in şeytanı onu uyandırarak Firuz'un orada olduğunu söyledi. Fakat Esved aksi bir tepki göstermedi. Bunun üzerine Esved'in şeytanı, hala horuldayarak Firuz'a bakmakta olan Esved'in sesiyle, "Ey Firuz! Ne istiyorsun benden?" dedi. Fakat Firuz ona fırsat vermeyerek Esved'in boynuna bir darbe indirerek onu öldürdü. O sırada Firuz'un arkadaşları Esved'in başını bedeninden ayırmak için odaya girdiler. Fakat Esved'in şeytanı onu hareket ettirmeye başladı. Onu öyle hareket ettiriyordu ki başını kesmek mümkün değildi. Bu yüzden ikisi Esved'in sırtına oturdular, Esved'in eşi onun saçlarından tuttu. Dördüncü kişi de bıçakla başını bedeninden ayırdı. O sırada Esved'in şeytanı onun diliyle anlaşılmaz bir şey söyledi ve Esved o güne kadar duyduğum ineklerin sesinden çok daha yüksek bir nârâ attı! Esved'in nârâsıyla nöbetçiler odaya dalarak, "Bu ses  neydi?!" diye sordular. Esved'in karısı, "Bir şey değil, Peygamber’e vahiy nazil oldu!" dedi. Seyf b. Ömer'in bu efsanesini Taberî ve Zehebî kendi Tarih'lerinde genişçe nakletmişlerdir. İbn Esîr ve İbn Kesir bunu aynen, İbn Haldun ise özetle Taberî'den alarak kendi Tarih'lerinde nakletmişlerdi.

Esved Ansî'nin Rivayetinin İncelemesi

a) Rivayetin Râvileri Bu rivayeti Seyf b. Ömer on bir rivayette, dört uydurma râviden şu şekilde nakletmiştir: Sehl b. Yusuf Hazrecî Selimî, Ubeyd b. Sahr Hazrecî Selimî, Mustenir b. Yezid Nehaî, Urve b. Gazye ed-Duseynî. Zındık Seyf bunları kendi kafasından uydurmuştur; Allah Tea-lâ şimdiye kadar bu isimde râviler yaratmamıştır!

b) Rivayetin Metni

Seyf'in, Ansî hakkındaki uydurma rivayetini sahih olan diğer rivayetlerle mukayese edip bu rivayetin ve râvilerinin uydurma olduğunu Abdullah b. Saba adlı kitabımızın ikinci cildinde ispatladık. Seyf'in Rivayetlerinde Kisra ve Peygamber'in Allah Nezdindeki Üçlü Toplantısı Seyf, İran padişahı Yezdgerd'in Celula'da yenilgiye uğramasından sonra Horasan'a kaçış hikâyesi ile ilgili olarak şöyle yazar: İran padişahı Yezdgerd, ordusu Celula'da yenilgiye uğrayınca Rey'e kaçtı. Bu kaçış sırasında İran padişahı devamlı bir devenin üzerindeki tahtırevanındaydı, orada uyuyor ve dışarı çıkmıyordu. Kaçanlar hiç durmadan öylece kaçışlarına devam ediyorlardı. Nihayet yolları üzerindeki bir gölün yanından geçmek zorunda kaldılar. Padişah tahtırevanda uyumuştu. Durumu bilmesi ve develer gölden geçerken korkmaması için köleler onu uyandırmak zorundaydılar.

Sersem bir hâlde uyanan padişah kendisini uyandırdıkları için köleleri azarlayarak dedi ki: "Beni kendi halime bırakacak olsaydınız bu ümmetin ne kadar dayanabileceğini bilecektim! Çünkü Muhammed'le birlikte Tanrı'yla özel bir toplantımız vardı. Toplantıda Tanrı Muhammed'e, "Ümmetinin hükümetinin devamını yüz yıl kıldım." dedi. Muhammed ise, "Daha fazla kıl", dedi! Tanrı, "Peki yüz yirmi yıl kıldım!" Bunun üzerine Muhammed, "Kendin bilirsin." dedi! Tam bu sırada siz beni uyandırdınız ve bu ümmetin hükümetinin ne zamana kadar devam edeceğini bilmeme engel oldunuz!"

Bu Üçlü Toplantının Rivayetinin İncelemesi

a) Rivayetin Râvileri

Seyf, Kisra ve Muhammed'in Tanrı nezdindeki üçlü toplantısı efsanesini kendi uydurma râvilerinden şöyle nakleder:

1- Muhammed. Seyf, Muhammed b. Abdullah b. Sevad Nüveyre diye tanıtmıştır.

2- Mihleb b. Ukbe Esedî diye bilinen Mihleb.

3- Amr. Seyf, "Amr" adında iki râvi uydurmuştur. Biri, Amr b.

Nufeyl ve diğeri ise Amr b. Reyyan'dır. Biz Yüz Elli Uydurma Sahabe ve Abdullah b. Saba adlı kitaplarımızın birinci cildinde bu râvilerin hepsinin uydurma olduklarını ispatladık.

Rivayetin Metninin İncelemesi

Bu rivayetin metnini Yüz Elli Uydurma Sahabe adlı kitabımızın birinci cildinde inceleyerek bunun temelsiz olduğunu ispatladık. Dolayısıyla

burada aynı şeyleri tekrarlamaya gerek görmüyoruz. Fakat zındık Seyf'in bu iki rivayeti hangi amaçla uydurduğunu inceleyelim. Nübüvvet iddiasında bulunan Esved arada bir Kays'ı çağırıyor ve ona, "Melek bana şöyle dedi." diyordu. Haber getiren bu melek ise onun şeytanıydı. Esved apaçık bir mucize göstererek yere bir çizgi çizip yüz baş deveyle ineği o çizginin arkasında tutup ayaklarını bağlamadan hepsinin başını kesince onlar yerlerinden kımıldamayarak o çizginin diğer tarafına geçmediler, çizginin arkasında çırpınarak öldüler. Râvi de Esved'in bu işini çok büyük bir iş olarak görmüştür. Seyf, ikinci rivayette ise Kisra'nın rüya âleminde Resulullah'la birlikte Tanrı'nın huzurunda oturup üçlü bir toplantı yaptıklarını gördüğünü söyler! Birinci efsanenin sonucu şudur: Resulullah da peygamberlik iddiasında bulunmuştur; meleği gayptan ona haber getirmiş ve birtakım mucizeler de göstermiştir! İkinci efsanede, bu zındık, tepeden tırnağa yalan ve alay dolu böyle bir rivayeti naklederek Allah ve Resulü'nün, ortak düşmanları olan İran padişahı Yezdgerd'le üçlü bir toplantı yaptıklarını söylemekle Allah’la, Resulü'yle ve Müslümanlarla alay etmiyor mu?

Ve sonunda Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nün ileri gelenleriyle tarihçileri, Seyf'in hurafelerini ve masallarını naklederek İslâm'ın tarih kitaplarını bunlarla doldurmuşlardır; öyle ki, bu masallar İslâm'ın muteber kaynaklarından biri sayılmıştır! Yine İslâm tarihi kitaplarında Seyf'in, "İslâm kılıçla, zor ve baskı yoluyla yayılmıştır, başka bir şeyle değil!" sözünü yaymışlardır! Evet, Seyf, irtidat ve fütuhat savaşları hakkında uydurduğu rivayetlerde İslâm'ın kılıç ve kan ile ilerlediğini yaymıştır! Tıpkı şu rivayetlerde olduğu gibi:

İrtidat Savaşları Rivayetlerinde Seyf'in Yalan ve Düzmeceleri

Seyf, Ridde Savaşları'nda uydurduğu korkunç sahneleri birtakım kısa rivayetlerle nakletmiş, Taberî de onların hepsini muteber kitabında

Ridde (irtidat) haberlerinin başında nakletmiştir: Seyf şöyle diyor: Küfür, İslâm topraklarını almış, fitne ve kargaşa ateşinin alevleri her tarafta yükselmiş, Kureyş ve Sakif kabileleri dışında bütün Araplar mürtet olarak İslâm'dan çıkmışlardı! Seyf daha sonra Gatafan kabilesinin mürtet oluşunu ve Hevazin'in Ebu Bekir'in temsilcisine zekât ve sadakaları vermeye yanaşmamasını, Tey ve Esed kabilelerinin halifeye baş kaldırıp Tuleyha'nın etrafında toplanmalarını ve Selim Oğulları Kabilesi'nin başlarının mürtet oluşlarını söz konusu ederek şöyle diyor: İnsanlar her tarafta böylece İslâm'dan çıkıp mürtet oldular. Bunun üzerine, insanların veya kabile başlarının İslâm'dan çıkıp yeminlerini bozduklarına dair her taraftan Resulullah'ın (s.a.a) valilerinin mektupları Medine'ye aktı... Bu rivayeti İbn Esîr'le İbn Haldun kendi Tarih'lerinde böyle nakletmişlerdir;

fakat İbn Kesir bu rivayetin anlamını naklederek Tarih 'inde şöyle yazıyor: Resulullah'ın (s.a.a) vefatıyla, Mescideyn -Mekke'yle Medine-  akinleri

dışındaki Araplar İslâm'a sırt çevirerek mürtet oldu![291] Zındık Seyf b. Ömer, bu uydurma olayları naklettikten sonra bu mürtetlerin korkutma, tehdit, kılıç zoru, güç ve baskı yoluyla İslâm'a dönüşlerini uydurduğu rivayetlerinde canlandırmıştır. Biz bunların arasından örnek olarak Ridde  Savaşları'nda Ahabis Savaşı(!) diye adlandırdığı şeyi naklediyoruz.

Akk ve Eş'arin Kabilelerinin İrtidadı ve Seyf'in Rivayetinde Resulullah'ın (s.a.a) Üvey Oğlu Tahir'in Haberi

Seyf, Ahabis rivayetinde Akk Kabilesi hakkında şöyle diyor: Deniz kıyısındaki Akk ve Eş'arîn kabileleri, Resulullah'ın (s.a.a) vefat ettiğini haber alınca Tehame'de baş kaldıran ilk kabilelerden idiler. Tahir b. Ebu Hale bu olayı Ebu Bekir'e rapor ettikten sonra kendisi Mesruk Akkî ile birlikte onların üzerine giderek onlarla savaştı. Allah Tealâ da onları kâfirlere galip etti. Yollarda onların cesetlerinden tepeler oluştu ve onların bu savaşı büyük bir zafer sayıldı! Fakat Ebu Bekir, Tahir'in zafer haberini almadan şöyle cevap yazdı: Mektubun ve fitnecilerin üzerine hareket ettiğine, A'lab'da Ahabise karşı Mesruk'la kabilesinden yardım istediğine dair haberin elimize ulaştı ve buna rıza gösterildi. Şimdi aceleyle hareket et ve fitnecileri şiddetli bir şekilde bastır, onların huzurlarını ve rahatlıklarını kaçır ve emrim gelinceye kadar A'lab'da bekle. O zamandan günümüze kadar fitnecilere Ahabis (habisler) dendi; hatta onların toplandıkları yer ve oraya giden yol dahi "Habislerin Yolu" diye adlandırıldı! Tahir b. Ebu  Hale bu hususta bir şiir okuyarak söz konusu yerde ahabisin katliamından bahsetmiştir… Seyf şöyle diyor: Tahir, Mesruk'la birlikte Ahabis'in yolu üzerinde ordu kurarak Ebu Bekir'in emrinin gelmesini bekledi. Seyf, Akk ve Eş'arîn kabilelerinin irtidat rivayetini hayalinde yarattığı Tahir b. Ebu Hale ismindeki birsinin komutanlığı çevresinde uydurmuştur. Şimdi Seyf'in, Tahir ismindeki bu adamı nasıl birisi olarak tasavvur ettiğini görelim!

Seyf'in Sözlerinde Tahir b. Ebu Hale

Seyf b. Ömer, hayal gücünü kullanarak Tahir'in babasını Ebu Hale Temimî ve annesini ise Ümmü'l-Müminin Hatice Kübra olarak belirtmiştir. Onun, Resulullah'ın (s.a.a) elinin altında yetişen, valilerinden biri olduğunu uydurmuş, Ebu Bekir'in hilâfeti döneminde Akk ve Eş'arîn kabilelerinin mürtetlerinin katliam edilişini onun işlerinden saymıştır. Hilâfet Ekolü bilginleri Seyf'in bu rivayetlerine dayanarak Tahir b. Ebu Hâle'nin hayatını anlatmış, İsti'ab, Mucemu's-Sahabe, Usdu'l- Gâbe, Tecrid, Esmau's-Sahabe, İsabe kitaplarında ve Resulullah'ın (s.a.a) ashabını tanıtan diğer kaynaklarda onu Resulullah'ın (s.a.a) ashabının safında saymış, Mu'cemu'ş-Şuarâ ve Seyru'n-Nubela kitaplarında hayatını anlatırken okuduğu şiirleri kaydetmişlerdir! Seyf'in uydurma sahabesi, Tahir b. Ebu Hale'nin rivayetleri Taberî, İbn Esîr, İbn Kesir, İbn Haldun ve Mirhand tarihlerinde kaydedilmiş, Seyyid Şerefuddin de bu kitaplara güvenerek el-Fusulu'l- Muhimme adlı eserinde Tahir b. Ebu Hale'yi Emirü'l-Müminin Ali'nin

(a.s) ashabından biri olarak kaydetmiştir. Yine Seyf'in rivayetlerine güvenerek, Hamevî ve Abdu'l-Mümin gibi coğrafyacılar Mu'cemu'l-Buldan ve Mirsadu'l-İtla adlı kitaplarında yer küredeki mekânlar arasında Seyf'in uydurduğu A'lab ve Ahabis gibi yerlerin özelliklerini beyan etmişlerdir!

Tahir b. Ebu Hale'nin Rivayetine Bir Eleştiri Seyf b. Ömer, Tahir b. Ebu Hale'nin haberini naklettiği beş rivayetin senetlerinde Seyf'in uydurduğu beş râvinin isimleri göze çarpmaktadır; bu râviler şunlardır: Sehl babası Yusuf Selimî'den, Abdullah b. Sahr Luzan, Cerir b. Yezid Cu'fî, Ebu Amr ve Talha'nın kölesi. Akk ve Eş'arîn kabilelerinin irtidat meselesi gerçekte yalan ve temelsiz bir şey olup asla böyle bir şey vuku bulmamıştır, Allah Tealâ A'lab ve Ahabis diye yerler yaratmamıştır, yeryüzünde bu isimlerde bir yer hiçbir zaman olmamıştır, günümüzde de yoktur! Yine Resulullah'ın (s.a.a) terbiyesinde yetişen, annesi Hz. Hatice, babası Ebu Hale ve kendi ismi de Tahir olan Şiî bir sahabeyi Allah Tealâ hiçbir zaman yaratmamıştır!

Nihayet, Seyf b. Ömer'in anlattığı Akk ve Eş'arîn kabilelerinin mürtetleriyle korkunç bir savaş asla vuku bulmamış ve dediğimiz gibi Seyf'in, kendilerinden Tahir'in rivayetlerini Akk ve Eş'arin'in irtidadını ve Ahabis'i naklettiği râvileri Allah Tealâ yaratmamıştır! Seyf, bu kabilelerin mürtet oluşlarını ve onlarla savaşıldığını, A'lab ve Ahabis topraklarını, Tahir'in şiirlerini, Ebu Bekir'in mektubunu, sahabe Tahir b. Ebu Hale'yi ve onun rivayetinin râvilerini hepsini kendisi uydurmuş ve bunların arasında istediği hedefe ulaşarak, "Resulullah'tan sonra Kureyş ve Sakif'ten başka bütün insanlar İslâm dininden çıkarak mürtet olmuş ve Müslümanlar onların hepsini katliama tâbi tutmuşlardır!" demiştir. Biz bütün bu rivayetlerle

râvilerini Seyf'in, Tahir b. Ebu Hale diye adlandırdığı hayali kişinin hayatında inceledik. Bu, Seyf'in irtidat savaşları adında uydurduğu efsanelerden sadece biridir. Seyf, hayal âleminde Resulullah'ın vefatından sonra İslâm için birtakım savaşlar uydurarak onlara irtidad savaşları ismini vermiş, bu savaşlardaki olayları kaydetmiştir; Teyy ve Ümmü Zeml'in İrtidadı, Umman ve Mehre ahalisinin irtidadı, Yemen'in birinci ve ikinci irtidat savaşları gibi. Seyf, bu kabilelerin irtidadını, şehirleri, savaşların hikâyesini ve yine Ebu Bekir'in hilâfeti döneminde vuku bulduğunu tasavvur ettiği diğer İrtidat Savaşları'nı kendi kafasından uydurmuştur ve bunlar bir yalandan başka bir şey değildir. O, bu savaşlarda ölenlerin sayısını göstermede ve bu savaşlardaki ürpertici rivayetlerde yalan ve iftira yolunu izlemiş ve tasarladığı çirkin hedefiyle kendi zannınca İslâm'ın ve İslâm tarihinin parlak

çehresini lekelemek istemiştir. O, fütuhat rivayetlerinin naklinde de aynı metodu izlemiş, hiçbir zaman vuku bulmayan savaşları açıklamış ve İslâm ordusunun asla yapmadığı vahşice katliamlardan bahsetmiştir. Aşağıdaki hikâye onun uydurduğu bu savaşların bir örneğidir:

Seyf'in Rivayetlerinde Elyes'in Fethi ve Emğişya'nın Viran Edilişi

Taberî, Elyes ve Emğişya'nın fethi rivayetinde, Irak'ın diğer şehirlerinin fethinde Seyf'ten şöyle nakleder: Aralarında amansız bir savaş başladı. Müşriklerin Behmen Cazuye'nin yardıma gelmesini beklemeleri, onları direnmeye ve her türlü zahmet ve ıstıraba katlanmaya zorluyordu. Müslümanları da Allah'ın ilmindeki fetih ve zafere ulaşmak duygusu sabır ve direnmeye sevk ediyordu. O sırada Halid ellerini açarak şöyle dua etti:

"Allah'ım! Bizi bunlara galip edecek olursan onlardan esir ettiklerimizin kanlarıyla bir nehir oluşturmadıkça hiçbirisini bırakmayacağımıza dair seninle ahitleşiyorum!" Nihayet Allah Tealâ Müslümanları müşriklere galip ederek onlara fetih ve zafer verdi. Bunun üzerine Halid'in emriyle

münadisi şöyle bağırdı: Esir edin, yalnız esir alın ve direnmedikçe düşmanı öldürmekten sakının! Halid'in bu emrine binaen atlıları dört bir yandan grup grup esirler getiriyorlardı. Halid de adağını yerine getirmek için bir gruba, daha önce önünü tuttukları bir nehirde esirlerin başlarını vurmalarını emretti! Müşriklerin boynunun vurulması bir gece gündüz devam etti. Halid'in askerleri o günün yarını ve daha ertesi günü Beynennehreyn'e (Mezopotamya) kadar kaçan müşrikleri takip ettiler. Elyes etrafında da bir bu kadar mesafede aramaya koyularak kaçan düşmanları esir edip getirerek boyunlarını vuruyorlardı. Fakat kan nehri akmıyordu. Nihayet Ka'kaa ve diğerleri dediler ki: Yeryüzündeki bütün insanların boynunu vursan bile onların kanı nehirde akmaz. Çünkü kanın hareket etmesini ve yerin de onu içine çekmesini önledikleri zamandan beri haddinden

fazla akmaz. O hâlde sen ahdini yerine getirmek istiyorsan kan nehrinin akması için, dökülen kanların üzerine su akıtmalarını emret. Halid bunun üzerine su yolunu açmalarını emretti. Nehrin önü açılınca akan sular kan nehrini oluşturdular ve o zamandan günümüze kadar orası "Kan nehri" diye meşhurdur! Bundan önce de Beşir b. Hasasiye Halid'e şöyle demişti: Bize, yeryüzünün, Adem'in oğlunun kanını ilk olarak içine çektiği zamandan itibaren, kanı içine çekmesinin ve kanın da pıhtılaşma miktarı dışında akmasının yasaklandığını söylemişlerdir. Seyf daha sonra diyor ki:

O nehrin üzerinde nehir suyuyla çalışan birkaç değirmen vardı. Bu değirmenler üç gün üç gece kan nehriyle çalışarak Halid'in on sekiz binlik ordusunun yiyeceğini temin etti! Seyf, Emğişîlerin şehrinin viran edilişi rivayetinde der ki: Halid, Elyes'le savaştan sonra Emğişilere doğru hareket

etti. O şehrin ahalisi Halid'le ordusu gelmeden önce şehirlerini terk ederek diğer şehirlere gitmişlerdi. Halid, vardığında bayındırlık açısından Hire gibi olan ve Elyes şehrinin ili konumunda olan Emğişya'ya varınca orayı tahrip ederek ortadan kaldırmalarını emretti! Emğişya şehrinin başına eşi görülmemiş bir bela getirdiler. Seyf bu geniş rivayeti ve râvilerini kendi kafasından uydurmuştur; bunların hiçbiri kesinlikle vuku bulmamıştır.

Şimdi Seyf'in uydurduğu bu iki rivayetten hangi hedefi güttüğünü anlamak için biraz bu rivayetlerin üzerinde duralım. Seyf'in, Elyes ve Emğişya Rivayetlerini Uydurmaktaki Hedefi Seyf, Elyes Savaşı hikâyesinde der ki: Halid, Elyes nehrini oranın ahalisinin kanıyla akıtmayı ahdetti; bu nedenle zafere ulaştıktan sonra nehrin yönünü değiştirdi. Halid'in savaşçıları iki günlük yola kadar kaçan İranlıları ve Elyes etrafındaki göçebeleri yakalayarak getiriyorlardı ve Halid bir grubu nehrin ortasında onların başlarını vurarak kanlarını akıtmakla görevlendirmişti! Bu esirlerin başlarının vurulması bir gün boyunca geceli gündüzlü devam etti. Fakat dökülen kanlar pıhtılaşarak kuruyor, kan nehri akmıyordu. Nihayet Seyf'in uydurarak sahabeden saydığı Kakaa ismindeki birisiyle diğerleri Halid'e diyorlar ki: Sen yeryüzündeki bütün insanların başını vursan da kanları yerde akmaz. Ahdini yerine getirmek için dökülen bu kanların üzerine su dök! Halid de nehrin önündeki seti kaldırarak o kanların üzerine su akıtmalarını emretti. Su akınca kan nehri meydana geldi ve o günden itibaren orası "kan nehri" diye meşhur oldu. Halid daha sonra Hire gibi büyük bir şehir olan Emğişya şehrine saldırarak orayı yerle bir etmelerini ve ortadan kaldırmalarını emretti. Seyf'in, bir şehir diye uydurduğu Emğişya ve ona bağlı olan diğer şehirlerin hikâyesi ve daha sonra bunların yerle bir edilmesinin emredilişi, yine esir aldıkları insanları öldürmeleri meselesi tarihte eşine

rastlanabilir şeylerdendir -Hulagü, Cengiz ve benzeri canilerin yaptıkları gibi-. Fakat Seyf'in Halid'e isnat ettiği, esirlerin kanını dökerek nehir oluşturulması ve onun kan nehri diye adlandırılması tarihte eşine rastlanmayan bir şeydir! Seyf, bütün bu rivayetleri kendi kafasından uydurmuş, Sena, Muzar, Mukirr, Fem-i Fırat-ı Badkılî ve Masih Savaşı gibi savaşları hayal aleminde canlandırmış, bu savaşlarda kâfirleri Müslümanların kılıcından geçirmiş, kâfirlerin ölülerinden, kokusu etrafı saran başı kesilmiş koyunlar gibi tepeler meydana getirmiştir. Yüz bin Rum askerini

Müslümanların kılıcından geçirdiği Sena, Zümeyl ve Feraz savaşları gibi! Seyf bu rivayetlerle benzerlerini kendi kafasından uydurmuştur;

bunlardan bir teki bile doğru değildir. Fakat buna rağmen bu hikâyeler Taberî Tarihi, İbn Esîr, İbn Kesir, İbn Haldun ve diğerlerinin kitaplarında

işlenmiştir! Bu hayalî savaşların rivayetleriyle senetlerini Abdullah b. Saba kitabının "Seyf'in sözlerinde İslâm'ın kılıç darbesi ve kanla yayılışı"

bölümünde inceledik. Efsane ve yalanlara bulaşmış olan böyle bir tarih varken düşmanların "İslâm kılıç darbesiyle yayılmıştır." demeye hakkı yok mudur?! Acaba bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Seyf'in, İslâm'a böyle bir tarih uydurmakla İslâm'ın yüce şahsiyet ve makamını

lekelemekten başka hedefi olmadığından şüphe edilebilir mi?! Seyf'in bütün bu uydurması, bilginlerin kendisini suçladıkları zındıklıktan kaynaklanmıyorduysa peki neden kaynaklanıyordu?! Ve nihayet, acaba Seyf'in bütün bu yalan ve iftiralarını İmamu'l- Muvarrihin Taberî, Ehlisünnet'in İbn Esîr gibi alimleri, İbn Kesir gibi sözcüleri, İbn Haldun gibi filozofları ve düşünürleri veya İbn Abdulbir, İbn Asâkir, Zehebî ve İbn Hacer gibi onlarca alimi bilmiyor muydu?! Yani o kadar bilgi ve iddia sahibi bu bilginler bütün bunların yalan ve iftira olduğunu bilmiyorlar mıydı?!

Hayır, asla böyle değildi; çünkü Seyf'i yalancılık ve zındıklıkla suçlayanlar bunlardı. Nitekim, Taberî, İbn Esîr ve İbn Haldun kendi tarihlerinde Zatu's-Selasil Savaşı'nda hiç çekinmeden, "Bu konuda Seyf'in sözleri tarihçilerin kaydettikleriyle çelişmektedir!" diye yazmışlardır! Böyle bir itirafa rağmen, Hilâfet Ekolü'nün ileri gelenlerinin, Seyf'in yalanlarını ve zındıklığını bildikleri hâlde onun sözlerine güvenerek yazılarını diğerlerinin rivayetlerine tercih etmelerine sebep olan etken nedir?! Bunun tek nedeni şudur: Seyf yalanlarını sahabenin teşkil ettiği hâkim güç hakkında yaydığı birtakım fazilet ve menkıbelerle süslemiş, Ehlisünnet bilginleri de tüm varlıklarıyla Seyf'in bütün rivayetlerinin yalan olduğunu bildikleri hâlde onları yaymak için var güçlerini harcamışlardır! Meselâ Irak'ın fethinde Seyf'in uydurma ve yalanlarını Halid b. Velid'in faziletleri sloganı altında anlattığını ve halife Ebu Bekir'in dilinden, Elyes Savaşı'ndan, Emğişya'nın dağılmasından ve Irak savaşlarından sonra Halid'i övdüğünü uydurduğunu görmekteyiz: Ey Kureyşliler! Bilin ki, sizin kabilenizden aslan gibi biri, yırtıcı bir aslana saldırarak onu paramparça edip bereketli

eczasını ele geçirdi. Gerçekten kadınlar Halid gibi erkekleri doğurmaktan âcizdirler! Nitekim Seyf İrtidat Savaşları'ndaki uydurmalarını da Ebu Bekir- 'in menkıbe ve faziletleri adı altında yaymıştır. Yine Ömer'in hilâfeti döneminde, halife Osman döneminin fitnelerinde ve Emirü'l-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) hilâfeti döneminde Şam ve İran fütuhatındaki uydurma rivayetlerinde de aynı metodu kullanmıştır. Seyf, bütün bunları hâkim gücün eleştirilip kınandığı konularda onların faziletleri ve onları savunma adı altında gizlemiş, süslemiş, bu yüzden tepeden tırnağa yalan ve uydurma olan rivayetleri dillere düşmüş, sahih ve doğru rivayetler ise unutulmuş, dikkate alınmamıştır! Gerçekte Seyf'in uydurma rivayetleri ve yalanları sahabe için bir fazilet ve menkıbe olmadığı gibi, tersine onları kötülemeyi içermektedir. Meselâ, ellerinden silâhları alınmış on binlerce insanı, sadece kanlarından nehri akıtacağına dair etmiş olduğu yemini yerine getirmek için nehirde boyunlarını vurmak Halid b. Velid için bir fazilet olamayacağı,

tam aksine onun insanlık makamından düşüşünü gösterdiği Ehlisünnet bilginlerinin gözünden nasıl kaçmıştır?! Bu ancak Halid'in hayatını, "Hayat nurun zindanıdır; dolayısıyla nurun zindandan kurtulması için onu ortadan kaldırmaya çalışılmalıdır!" diyen zındıkların bakış açısına göre incelersek onun için bir fazilet sayılabilir![292] Her halükarda konu ne olursa olsun fark etmez; çünkü Seyf'in bu değersiz sözü dillere düşerek yayıldı. Elbette Seyf bunları kavmin ileri gelenlerine faziletler zikrederek süsledi. Hâkim gücün fazilet ve menkıbelerini yayıp onları savunmada doymak bilmez bir iştaha sahip olan Ehlisünnet bilginleri de onlar için gerçekte fazilet ve değer olmadığı hâlde görünüşte bir fazilet sayılabilecek her şeyi yaymak

Back Index Next