İÇİNDEKİLER

Back Index Next

 

Fedek olayıyla ilgili hangi tarihî metni incelersek inceleyelim, bunun maddî bir çekişme ya da dar anlamıyla ve sınırlı realitesiyle bir Fedek ihtilâfı olmadığını görürüz. Bilâkis bu, sapkın yönetimin temellerine yönelmiş bir devrimdi. Fatıma'nın (a.s), bütün ufuklara ulaşmasını istediği bir haykırıştı. Ki Sakife günü atılan temeller sarsılsın, parçalansın.

Hz. Fatıma'nın, mescitte muhacir ve ensar topluluklarının önünde halifeye karşı yaptığı konuşmayı incelememiz, bu hususu ispatlamak için yeterlidir. Çünkü o, bu konuşmasının büyük bir kısmında İmam Ali'yi (a.s) övüyor, sırf İslâm'a hizmet maksadıyla yaptığı cihadı övgüyle zikrediyor; insanlar arasında Allah'ın vesileleri, seçkin hüccetleri, kutsiyetinin ve hüccetinin temsilcileri, hilâfet ve yönetimde peygamberlerinin vârisleri olarak tanıttığı Ehl-i Beyt'in (a.s) şer'î hakkını tescil ediyor.

Hz. Fatıma (a.s), Müslümanların, içinde bulundukları gaflete, düşünmeden ve alelacele yaptıkları seçimin kötülüğüne, hidayete erdikten sonra topuklarının üzerinden geri döndüklerine dikkatlerini çekmeye; susuzluklarını giderecek berrak kaynağın dışındaki kaynaklardan beslendiklerini, yönetimlerini lâyık olmayanlara teslim ettiklerini anlatmaya çalıştı. Büyük bir fitnenin içine düştüklerini göstermek istedi. Hilâfet ve imamet meselesine dair hüküm verirken Allah'ın kitabını terk etmeye ve ona muhalif hareket etmeye kendilerini iten etkenleri gözler önüne sermeyi amaçladı.

Dolayısıyla asıl hedefin, en yüksek amacın konusuyla ilintili olan miktar dışında, mesele, bir mirasın taksimi veya bir bağışı almak meselesi ya da bir gelir kaynağını veya bir evi talep etmek meselesi değildi. Bilâkis, Hz. Zehra (a.s) nazarında bu, İslâm ve küfür, iman ve nifak meselesiydi. Nass ve şûra meselesiydi.

Bu yüce ve açık siyasî tavrının aynısını, kendisini ziyarete gelen muhacir ve ensar kadınlarına yaptığı konuşmada da görüyoruz. Onlara açık bir şekilde, hâkim zümrenin iktidara gelişiyle birlikte hilâfet kurumunun şer'î çizgisinden saptığını söylemişti. Bu tavrının, duygusal bir tepkiden, açığa çıkma fırsatını bulmuş gizli kinlerin deşarjından ibaret olmadığına vurgu yaparak insanların, yönetimi, Allah ve Resulü'nün emrettiği kimseye teslim etmeleri, yönetimin dizginlerini İmam'a (a.s) vermeleri durumunda kuşkusuz Allah'ın rızasına ve dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşacaklarına dikkat çekmişti.

En güçlü zanna göre, Hz. Zehra (a.s), doğruluğundan asla kuşku duymayan İmam'ın (a.s) Şiası ve seçkin arkadaşları içinde, vereceği tanıklıkla İmam Ali'nin (a.s) tanıklığını pekiştirecek, Halife'nin, Fedek'in Fatıma'ya (a.s) ait olduğunu gösteren bir belge getirilmesini istemesi dolayısıyla, bu belgenin teminini sağlayacak adımları atacak kimselerin olduğunu biliyordu.

Bu da açık bir şekilde gösteriyor ki, Hz. Fatıma'nın (a.s) o çok iyi bildikleri yüce hedefi, kendisine verilen bir bağışı veya geçim kaynağı olacak bir mirası ispat etmek değildi. Tam tersine Fatıma'nın (a.s) gayesi Sakife komplosunu etkisiz hâle getirmekti. Bu amaç ise, Fedek ile ilgili bir kanıt/şahit ileri sürmekle gerçekleşebilecek bir şey değildi. Çünkü o zaman, mesele küçük bir olayla sınırlandırılmış olacaktı. Aksine, Fatıma'nın (a.s) amacı, halkın dikkatini, onların saptıklarına, doğru yoldan uzaklaştıklarına çekmekti. Belki o zaman kendilerine gelebilir, doğruyu bulabilirlerdi. Tercihlerini daha güzel bir şekilde yapıp, hayat tarzlarını düzeltirlerdi.

Aynı şekilde Hz. Fatıma'nın (a.s) konuşmasını tamamlayıp mescitten çıktıktan sonra, iktidar grubunun ne kadar korktuğunu ve pozisyonunu korumak için nasıl ısrarla çabaladığını ve halkın zihnini bulandırmak için ne tür girişimlerde bulunduğunu da biliyoruz. Halife'nin tepkisi, bütün bunları en somut şekliyle ortaya koymaktadır. Bu, Hz. Zehra (a.s) ile Halife'nin kavgasının temellerine ışık tutan bir olgudur. Halife, Fatıma'nın (a.s) çabasının bir bağışla veya mirasla ilgili olmadığını; bunun, siyasî bir savaş, İmam Ali'nin (a.s) gasp edilmiş hakkı için verilen bir siyasal mücadele olduğunu; amacının da, ümmetin varlığının devamı açısından, Halife ve arkadaşlarının, İslâm dünyasında gerektiği doğal konumundan uzaklaştırma amacını güttükleri İmam Ali'nin (a.s) ne denli büyük bir rol oynadığını gözler önüne sermek olduğunu anlamıştı.

Bu yüzden Halife'nin, Fatıma'nın (a.s) konuşmasına cevap verirken İmam Ali'ye (a.s) saldırdığını, onu tilki olarak vasfettiğini, her türlü fitnenin hazırlayıcısı ve kışkırtıcısı olduğunu söylediğini, Fatıma'nınsa onun kuyruğu olduğunu ifade ettiğini görüyoruz. Halife, Fatıma'ya (a.s) cevap verirken miras konusuna hiç değinmemişti.

Şunu da belirtelim ki, Fatıma (a.s), Fedek arazisi elinden zorla alındıktan sonra, miras ile ilgili olarak Halife'yle tartıştı. Çünkü o dönemde insanlar kendilerine kalan mirası almak veya mirasçılara mirastan kendilerine düşen payları vermek hususunda Halife'ye başvurmazlardı, bu meseleyi kendi aralarında çözümlerlerdi. Bu konuda resmî prosedürü takip etmek gibi zorluklar yoktu, muameleler kolaylıkla pürüzsüz bir şekilde gerçekleşirdi. Dolayısıyla Fatıma'nın (a.s) Halife'ye başvurmaya ihtiyacı yoktu. Fatıma'nın (a.s) görüşüne göre halife haksız yere iktidara gelen biri olduğu hâlde, miras konusunda gidip onun görüşüne baş vuracak değildi. Öyleyse miras talebinin, Halife'nin Fatıma'ya karşı işlediği bir haksızlığı, mirasla ilgili bir zulmü ve hakkının elinden alınması suretiyle işlenen bir haksızlığı duyurmak gibi bir amacı vardı.

Yine biliyoruz ki, Fatıma (a.s), kendisine miras kalan arazi zorla elinden alınmadıkça, haklarını gidip talep etmemiştir. İşte bunlar açık bir şekilde bize gösteriyor ki, Hz. Fatıma'nın (a.s) miras talebinde bulunması, muhalifleri cesaretlendirecek uygun bir ortam oluşturmuştur. Muhalifler, miras meselesini, gayri meşru halifeye direnmek için bir malzeme olarak kullanmışlardır. Ama bunun için, o gün için İslâm'ın yüksek menfaatleri icabı barışçı bir yöntem esas almışlardır. Bu yöntem çerçevesinde Halife'yi bir hakkı gasp etmekle, şeriatın temelleriyle oynamakla, kanunun saygınlığını hafife almakla suçlamaları mümkündü.

7- Yeni Durum Karşısında İmam Ali'nin (a.s) Alternatifleri

Olayların baş döndürücü bir hızla meydana gelmesi, sapık tavırların belirginleşmesi, İslâm'a karşı komplolar hazırlamanın peşinde olan çeşitli eğilimlerin su yüzüne çıkması, fitnelerin kapıya dayanmış olması, nebevî bilincin ortadan kaybolmuş olması, ayrıca İslâm inancını bozulmaktan koruma hırsı İmam Ali'yi (a.s), her biri kendi başına büyük bir zorluk anlamına gelen üç yolun ayrılışı noktasına getirivermişti:

Birincisi: Hiçbir engel çıkarmadan Ebubekir'e biat edecekti. Bu açıdan diğer Müslümanlardan farkı olmayacaktı. Belki de yeni iktidar nezdinde üstün bir mevki de elde edecekti ve böylece İslâm davasının gidişatına aldırmadan kendi varlığını, sistemini ve çıkarlarını korumuş olacaktı. Fakat bu, mümkün değildi. Çünkü bu, Resulullah'ın (s.a.a) emirlerine aykırı olarak gerçekleşen bir biatı onaylaması anlamına gelirdi.

İkincisi: Gözünde çöp ve boğazında kemik varmışçasına acı çekerek sessizliği tercih edecekti. İslâm sistemini korumak ve İslâm akidesini bütünüyle yıkılmaktan muhafaza etmek için, ehil olmayan hükümetin sergileyeceği çelişkiler ortasında mutedil, ılımlı bir çizgi izleyecekti.

Üçüncüsü: Kitleleri bilinçlendirecek ve onları Ebubekir'in halifeliğine karşı silâhlı bir ayaklanmaya hazırlayacaktı.

Barışçı Karşı Duruş ve Hz. Zehra'nın (a.s) Rolü

İmam (a.s) nihaî bir karar aldı. Ayaklanma fikrinden vazgeçecek ve zalim yöneticilere açıkça karşı durmayı ön gören naslarla amel etmeyi, halkı Ebubekir ve arkadaşlarına karşı örgütleyecek kudrete sahip olduğunu anlayıncaya kadar erteleyecekti. O günkü ağır sınavda Hz. Ali'nin aldığı karar buydu. Bu amaçla gizlice Müslümanların liderlerini, Medine'nin önde gelen isimlerini ziyaret etmeye başladı.[229] Onlara öğüt veriyor, Hakk'ın ayetlerini ve apaçık belgelerini onlara hatırlatıyordu. Hemen yanı başında eşi bulunuyordu. Onun bu tavrını destekliyor, onun bu illegal cihadına destek oluyordu. Bu gizli ziyaretlerle güttüğü amaç, hakkını elde etmek için savaşmak üzere hazırlayacağı bir parti, bir grup kurmak değildi. Çünkü biz, Ali'nin (a.s), kendi adıyla anılan ve ensardan taraftarlarının oluşturduğu bir grubunun olduğunu biliyoruz. Onun gayesi, halkın desteğini, bu grup etrafında toplamaktı.

Tam bu noktada Fedek meselesi, yeni Alevî siyasetin başlangıcı olmak üzere gündeme oturuyordu. Çünkü Muhammedî nübüvvetin Harun'u ("Musa için Harun neyse benim için sen de osun ey Ali!" anlamındaki hadise bkz.) tarafından büyük bir titizlikle hazırlanan Fatımî rol, bu gece ziyaretlerinin felsefesiyle örtüşüyordu. Bunun da, ortamı Halife'nin aleyhine dönüştürmesi, temsil masalına son verdiği gibi Sıddık'ın hilâfetine de son vermesi pekalâ mümkündü. Tıpkı dramatik bir sahneyi sonlandırmak gibi. Güç ve sayıya dayalı bir iktidarı yıkmak gibi değil.

Bu stratejide Fatımî rol, doğruluk timsali Zehra'nın (a.s), elinden alınan mallarını Ebubekir'den istemesi olarak belirginleşmişti. Bu talebi de, esas meselenin, yani hilâfet meselesinin tartışma konusu yapılmasının aracı olarak kullanacaktı. İnsanlara şunu anlatacaktı: Ali'yi (a.s) bırakıp Ebubekir'e yöneldikleri an, heva ve heveslerine uydukları, ayaklarının sürçtüğü istisnaî bir andı.[230] Onlar bu davranışlarıyla hata etmişlerdi, Rablerinin kitabına aykırı davranmış, asıl membalarından başka bir membaa varmışlardı.[231]

Bu düşünce Hz. Fatıma'nın (a.s) zihninde iyice olgunlaşınca, konjonktürün sapmalarını tashih etmeye, Sakife'de temellerinden birini yitiren İslâmî yönetime bulaşan çamuru temizlemeye koyuldu. Bunu yaparken kullandığı yöntem, iktidardaki halifeyi açık ihanetle ve kanunu hiçe saymakla suçlamaktı. Ebubekir'in halife olarak çıktığı seçim olayını da, Kitab'a ve doğruya aykırı bir netice olarak nitelendiriyordu.[232]

Bu Fatımî direniş iki özellik taşımaktaydı ki, şayet İmam Ali'nin (a.s) kendisi eşinin bu yöntemini kullansaydı, bunları bu etkinlikte kullanamazdı:

Birincisi: Fatıma (a.s), babasını yitirmiş olarak yaşadığı dram nedeniyle, bu koşulları İmam'a (a.s) göre daha iyi kullanabilirdi. Ayrıca babası nezdindeki üstün konumu da herkesin bildiği bir şeydi. Bu yüzden daha etkili bir şekilde duyguları harekete geçirebiliyor, bir ruhsal elektriklenmeyle Müslümanları babasının (Allah'ın selâmı ona olsun) o büyük anısıyla buluşturabiliyordu. O görkemli günleriyle… İşte Fatıma (a.s), duyguları Ehl-i Beyt'in sorunları etrafında yoğunlaştırmak noktasında daha etkiliydi.

İkincisi: Fatıma (a.s) bu kavgasında çeşitli yöntemlere başvurmasına rağmen, bir lideri gerektiren silâhlı bir çatışma yolunu tutmuyordu. Ayrıca kadındı ve Muhammedî nübüvvetin Harun'u (İmam Ali -a.s-) evinde sessizce, insanların davası etrafında toplanacağı günü bekliyordu. Ali (a.s), şartların olgunlaşmasını bekliyordu; uygun zamanda meydana atılmak için. Evet, şartlar olgunluk bakımından en üst düzeye ulaştığı zaman bir ayaklanmaya önderlik edecekti veya istediği şartlar oluşmadığı için fitneyi, dinde çözülmeyi önleme görevini üstlenecekti. Dolayısıyla huri Fatıma'nın (a.s) mücadelesi, Halife'ye karşı toplumsal bir konsensüs oluşturacaktı ya da mücadele sınırlarını aşmayacak, bir fitneye ve bölünmeye ön ayak olunmayacaktı.

Şu hâlde İmam (a.s), o gün, mesajını Fatıma'nın (a.s) ağzından insanlara duyurmayı amaçlıyordu. Kendisi savaş meydanına girmiyor, uygun zamanı ve elverişli fırsatı bekliyordu. Ayrıca tüm Kur'ân ümmetine, Fatımî direniş aracılığıyla, mevcut hilâfetin batıl olduğuna ilişkin bir kanıt sunmayı amaçlıyordu. Nitekim Fatıma (a.s), Alevî hakkı, değişik üslûp ve mücadele yöntemleriyle, güzel tabirlerle en açık ve net biçimde ortaya koyarken, İmam'ın (a.s) istediği gerçekleşmiş oluyordu.

Kısaca Fatımî muhalefet, birkaç alanda kendini gösteriyordu:

Birincisi: Hz. Fatıma'nın (a.s), miras konusunda Ebubekir'le tartışacak ve haklarını talep edecek kimseleri göndermesi.[233] Bu, Hz. Fatıma'nın (a.s), doğrudan işe el koymadan önce uyguladığı ilk adımdı.

İkincisi: Özel bir toplantıda, bizzat Ebubekir'in karşısına çıkması.[234] Bu toplantıda güttüğü amaç, humus gelirlerinden ve Fedek arazisinden ve başka gelirlerden kendisine ait olan hakları kuvvetli bir şekilde savunmaktı. Böylece Fatıma (a.s), Halife'nin direnme gücünü ölçmek istiyordu.

Üçüncüsü: Nehcü'l-Belâğa Şerhi'nde de işaret edildiği gibi, Resulullah'ın (s.a.a) vefatından on gün sonra mescitte halka bir konuşma yapması.[235]

Dördüncüsü: Kendisinden özür dilemek maksadıyla yanına gelen Ebubekir ve Ömer'le konuşması, onlara öfke duyduğunu ifade etmesi ve bu tavırlarıyla Allah ve Resulü'nü (s.a.a) öfkelendirdiklerini bildirmesi.[236]

Beşincisi: Yanında toplanan muhacir ve ensar kadınlarına konuşma yapması.[237]

Altıncısı: Cenaze ve defin işlemlerine, hasım olarak nitelediği hiç kimsenin katılmamasını vasiyet etmesi.[238] Bu vasiyet, Hz. Zehra'nın (a.s), mevcut hilâfete yönelik öfkesinin bir diğer tezahürüydü.

Fatımî hareket, bir anlamda başarısız kalmış, bir başka anlamda ise başarılı olmuştu. Başarısız olmuştu, çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatının onuncu gününde gerçekleştirdiği son ve önemli hamlesinde Halife'nin hükümetinin düşürülmesi yönünde beklenen etkiyi meydana getirememişti.

Hz. Zehra'nın (a.s), savaşı kaybetmesinin nedenlerini tümüyle ortaya çıkaracak durumda değiliz. Ancak kuşku duymadığımız husus, Hz. Fatıma'nın (a.s), başarısızlığındaki en önemli sebeplerden biri Halife'nin kişiliğiydi. Halife, siyasî yetenekler bahşedilmiş bir kimseydi. Meseleyi müthiş bir yumuşaklıkla karşılamıştı. Bunun en somut örneğini, Fatıma'nın (a.s), mescitte yaptığı konuşmadan sonra, Halife'nin ensara yönelerek yaptığı konuşmada gözlemliyoruz.

Fatıma'ya (a.s) cevap verirken, neredeyse incelikten eriyordu. Ama Fatıma'nın mescidden çıkmasından sonra, alev alev yanan bir ateşe atılmış gibi öfkeleniyordu: "Şu her dedikoduya inanmak da nedir? [Bozacının şahidi şıracı gibi bir durum var ortada.]" diyordu.[239] -Biz önceki sayfalarda bu konuşmanın tamamını verdik.- Bu sakin ve yumuşak hâlden, öfkeli ve şedit hâle geçiş; onun duygularına hâkim olma, şartları değerlendirme, her zamana en uygun olan tavrı sergileme hususunda ne kadar yetenekli olduğunu bize göstermektedir.

Fatıma'nın (a.s) muhalefetinin başarısı da şuradan gelir: O, hakkı karşı konulmaz bir güçle donatmış oldu. Dinî mücadele meydanında hakkın varlığını sürdürme gücüne yepyeni bir güç kattı. Bütün hareketlerinde bu başarının izlerini görüyoruz. Özellikle kendisini ziyarete gelen Sıddık ve Faruk'a karşı söylediği sözleri, başarının doruklarını temsil eder. Onlara şöyle demişti: "Resulullah'ın (s.a.a), sizin de bildiğiniz bir hadisini size anlatsam, gereklerini yapar mısınız?" "Evet." dediler. Dedi ki: "Allah adına sizi yemine veriyorum; Resulullah'ın (s.a.a) şu sözünü duymadınız mı: Fatıma'nın memnuniyeti benim memnuniyetimdir. Fatıma'nın öfkelenmesi benim öfkelenmemdir. Kim Fatıma'yı severse beni sevmiş olur. Fatıma'yı razı eden beni razı etmiş olur. Fatıma'yı öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur."[240] "Evet." dediler, "Biz Resulullah'tan (s.a.a) bunu duyduk." Bunun üzerine Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Ben Allah'ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki, siz beni öfkelendirdiniz, beni razı etmediniz. Eğer Resulullah (s.a.a) ile karşılaşırsam, mutlaka sizi ona şikâyet edeceğim."[241]

Bu hadis, Fatıma'nın (a.s), bu iki hasmına muhalefet etmeye, onlarla ilişkisini kesmeye, onlara öfke ve kin duymaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Bu denli ısrar etmesinin nedeni; kavgadan, din ve akide lehine bir sonuç çıkarmaktı. Demek istiyordu ki, Sıddık, kendisini öfkelendirmekten dolayı Allah ve Resulü'nü öfkelendirmiş, kendisine eziyet etmekten dolayı Allah ve Resulü'ne eziyet etmiştir. Çünkü Allah ve Resulü, onun öfkelendiğine öfkelenir, onun kızdığına kızarlar. Sahih nebevî hadis bunu ortaya koymaktadır. Böyle bir kimsenin de Allah ve Resulü'nün halifesi olması caiz değildir.[242] Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"…Sizin Allah Resulü'nü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olmaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır."[243]

" Allah ve Resulü'nü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır."[244]

"Allah'ın Resulü'ne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır."[245]

"Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin."[246]

"Her kim kendisine gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir."[247]

8- Hz. Fatıma'nın (a.s) Evine Saldırı

İmam Ali (a.s), Ebubekir'e biat etmeyi reddetti ve egemen düzene karşı olduğunu ilân etti. Bununla dünyaya şunu ilân etmiş oluyordu: Resulullah'tan (s.a.a) sonra ilk İslâm'ı seçen bu adamın karşı çıktığı mevcut hilâfet rejimi, Resulullah'ın (s.a.a) gerçek hilâfetini temsil etmiyor. Nitekim Fatıma (a.s) da aynı şeyi yaptı. O da bu muhalefetiyle dünyaya şu mesajı veriyordu: Peygamberlerinin (s.a.a) kızı, onlara öfkelidir; bu rejime boyun eğmiyordur. Şu hâlde egemen düzen, meşruiyetten yoksundur.

Öte yandan İmam Ali (a.s), şer'î hakkı gasp edenlere karşı pasif bir cihat başlattı. Muhacir ve ensarın seçkinlerinden bir grup da İmam'ın (a.s) yanında yer aldılar. Bunlar Hz. Peygamber'in (s.a.a) faziletlerine işaret ettiği kimselerdi. Ki aynı zamanda olayların gerçek yüzünü de idrak edebilecek basirete sahiptiler: Abbas b. Abdulmuttalib, Ammar b. Yasir, Ebuzer el-Gıfarî, Selman-ı Farisî, Mikdad b. Esved, Huzeyme Zu'ş-Şehadeteyn, Ubade b. Samit, Huzeyfe b. Yeman, Sehl b. Hüneyf, Osman b. Hüneyf, Ebu Eyyub el-Ensarî… gibi. Estirilen terör havası ve gürültüler bunları etkisi altına alamamıştı ve bu yiğitler istikametlerini bozmamışlardı. Hilâfeti ele geçiren grubun, başta Ömer b. Hattab'ın tehditleri bunları korkutmamıştı.

Ebubekir'e biat etmeye karşı çıkan sahabelerden bazıları, Ebubekir'le tartıştılar. Mescitte ve başka yerlerde aralarında sert konuşmalar oldu. İktidarın tehditlerine aldırmıyorlardı. Oysa birçok insan bu tehditlerden sonra sinmiş, duygularını bastırmış, konjonktüre uyarak bir kenarda pısmışlardı. Daha sonra bazıları, akılları başlarına gelince hatalarını anlamış, alelacele verdikleri karardan, düşünmeden Ebubekir'e biat etmekten pişman olmuşlardı. İktidar grubunun Ehl-i Beyt'e karşı açık bir düşmanlık sergilemeleri, onların akıllarını başlarına getirmişti.

Medine çevresinde yaşayan, Esed, Fezare, Benî Hanife… gibi bazı mümin aşiretler vardı. Bunlar, Gadir günü (Gadir-i Hum) biatine tanık olan aşiretlerdi. O gün Resulullah (s.a.a), kendisinden sonraki müminlerin emiri olarak Ali (a.s) adına biat almıştı. Bunlar aradan çok zaman geçmeden, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefat edip yüce dostun katına çıktığını, Ebubekir'e biat edildiğini ve Ebubekir'in hilâfet makamına kurulduğunu duydular. Bu olay karşısında dehşete kapıldılar. Ebubekir'e biat etmeyi topluca reddettiler.[248] Gayri meşru bildikleri yeni yönetime zekât vermeyi kabul etmediler. Ortalığın pustan, dumandan kurtulmasına kadar bekleme kararı aldılar. Bu aşiretler İslâm'a bağlılıklarını sürdürüyor, namaz kılıyor ve bütün İslâmî şiarları uyguluyorlardı.

Fakat iktidar grubu, mevcut yönetim açısından büyük bir tehlike arz eden bu gibi tutumlara bir sınır koymanın uygun olacağını düşündü. İmam Ali'nin (a.s) ve eşinin muhalefeti sürdükçe de bu gibi tutumlar devam edecekti. İmam Ali (a.s) ve eşi Fatıma (a.s), İslâm devleti (!) için bir iç tehlike olarak görülüyordu. Bu aşamada Ebubekir ve yardımcıları, kendilerini ve yönetimlerini saran büyük tehlikeyi fark ettiler. Bu muhalif akımı durdurmayacak olurlarsa, muhalefet dalgası gittikçe büyüyecek ve iktidarlarını yerle bir edecekti. Muhalefetin başı Ali b. Ebu Talib'i (a.s) Ebubekir'e biat etmeye zorlamaktan başka çare yoktu.

Bazı tarihçiler şöyle anlatıyor:[249] Ömer b. Hattab, Ebubekir'e gelip şöyle dedi: "Sana biat etmekten kaçınan bu adamdan neden biat almıyorsun? Be adam! Ali sana biat etmedikçe hiçbir şey yapamazsın! Çağır, gelip sana biat etsin." Bunun üzerine Ebubekir, Kunfuz'u, Emirü'l-Müminin'e (a.s) gönderdi, "Resulullah'ın (s.a.a) halifesinin çağrısına uy." dedi. Ali (a.s) şu karşılığı verdi: "Ne çabuk Resulullah adına yalan söylemeye başladınız?" Kunfuz geri döndü ve Ali'nin (a.s) sözlerini Ebubekir'e iletti. Ebubekir uzun süre ağladı. Ömer bir kez daha söyledi: "Bu adamın, sana biat etmesini geciktirme. Ebubekir Kunfuz'a şöyle dedi: "Ona bir kez daha git ve 'Resulullah'ın (s.a.a) halifesi, kendisine biat etmen için seni çağırıyor.' de." Kunfuz, Ali'nin yanına geldi ve kendisine söylenenleri tekrarladı. Ali (a.s) sesini yükselterek şöyle dedi: "Subhanallah! Bu adam, kendisine ait olmayan bir yetki iddiasında bulunuyor." Kunfuz bir kez daha geri döndü ve Ali'nin sözlerini aktardı. Ebubekir uzun uzun ağladı. Ömer, "Kalk." dedi, "O adama gidiyoruz." Ebubekir, Ömer, Osman, Halid b. Velid, Muğire b. Şu'be, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Ebu Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim kalkıp Ali'nin (a.s) evine gittiler.

Fatıma (a.s), izni olmadan hiç kimsenin evine girmeyeceğini sanıyordu. Fatıma'nın (a.s) evinin kapısına gelince, kapıyı çaldılar. Fatıma (a.s) onların seslerini duyunca yüksek sesle şunları söyledi: "Babacığım! Ya Resulallah! Senden sonra, İbn Hattab'dan ve Ebu Kuhafe'nin oğlundan neler çektik! Sizin gibi, çok kötü davranışlar sergileyen bir kavmi hatırlamıyorum. Siz değil misiniz ki, Resulullah'ın (s.a.a) cenazesini elimizde bırakarak, halifelik işini aranızda halledenler? Bu konuda bize danışmadınız ve bizim hiçbir hakkımızı vermediniz."

Kapıdakiler Fatıma'nın (a.s) bu sözlerini duyunca ağlayarak geri çekildiler. Kalpleri parçalanacak, ciğerleri yırtılacak gibi oldu. Ama Ömer yanında birkaç kişiyle orada kaldı. Ömer, odun isteyerek avazı çıktığı kadar bağırdı: "Ömer'in canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ya çıkarsınız ya da evi içindekilerle birlikte ateşe veririm." Orada bulunanlardan bazıları, "Ey Eba Hafs! İçinde Fatıma var!" dediler. "Evet." dedi, "İçinde Fatıma olsa da…"[250]

Hz. Fatıma (a.s) kapının arkasında durdu ve kapı önünde bekleyenlere seslendi:

"Yazıklar olsun sana Ömer! Allah'a ve Resulü'ne karşı bu cür'et nereden geliyor? Yoksa sen Allah Resulü'nün neslini dünyadan kesmeyi, zürriyetini yok etmeyi ve Allah'ın nurunu söndürmeyi mi istiyorsun? Ama unutma, Allah nurunu tamamlayacaktır."

Ömer kapıyı tekmelemeye başladı. Fatıma (a.s), hicaba riayet etmek maksadıyla kapı ile duvar arasına saklandı. Evin içine girdiler. Bu sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fatıma (a.s) karnındaki bebeğini düşürdü.

Hep birlikte, yatağında oturan Emirü'l-Müminin Ali'nin üzerine çullandılar. Elbiselerinden tutarak yaka paça sürükleyip Sakife'ye götürmeye başladılar. Fatıma (a.s), kocasını götürmelerine engel olmaya çalıştı ve şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki, amcamın oğlunu zulmederek sürüklemenize izin vermeyeceğim. Yazıklar olsun size! Biz Ehl-i Beyt'le ilgili olarak ne çabuk Allah'a ve Resulü'ne ihanet ettiniz? Oysa Resulullah (s.a.a) bize tâbi olmanızı, bizi sevmenizi ve bize sarılmanızı tavsiye etmişti."

Ömer, Kunfuza, "Buna vur." dedi. Kunfuz, Fatıma'ya bir kırbaç vurdu. Kırbaç bir pazubant gibi Fatıma'nın bütün vücudunu sardı.[251]

İmam'ı (a.s) evden çıkararak Ebubekir'in meclisinin kurulduğu Sakife'ye kadar sürüklediler. Onlar onu yaka paça çekiştirip götürürken İmam (a.s) sağa sola bakıyor ve şöyle sesleniyordu: "Ah Hamza! Bugün bir Hamza'm yok benim. Ah Cafer! Bugün bir Cafer'im yok benim." Onu sürüklerlerken kardeşinin ve amcasının oğlunun (Resulullah'ın) mezarının yanından geçmişlerdi. Şöyle seslendi: "Ey anamın oğlu! Bu toplum, beni zayıf düşürdü. Neredeyse beni öldürecekler."

Adiy b. Hatem'in şöyle dediği rivayet edilir:

"Allah'a yemin ederim ki, hayatımda Ali b. Ebu Talib'e acıdığım kadar hiç kimseye acımadım. Elbisesinden tutup yerde süründürerek Ebubekir'e götürmüş ve 'Biat et!' diyorlardı. Ali, 'Ya biat etmesem ne olacak?' diyor, Ömer de, 'Allah'a yemin ederim ki, o zaman senin boynunu vururum.' cevabını veriyordu. Ali, 'O takdirde, Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın kulunu ve Resulullah'ın kardeşini öldürmüş olursunuz.' diyor, Ömer, 'Allah'ın kulunu evet, ama Resulullah'ın kardeşini değil.' diye cevap veriyordu. Ali de bütün bunlara şu karşılığı veriyordu: 'Siz, Resulullah'ın, beni kardeşi olarak ilân ettiğini inkâr mı ediyorsunuz?' İmam (a.s) ile iktidar grubu arasında sert konuşmalar oluyordu."

"Tam bu sırada Fatıma efendimiz (a.s) yetişti. Oğulları Hasan ve Hüseyin'in (a.s) elinden tutmuştu. Haşimî kadınlarından tek kişi kalmamış, hepsi Fatıma ile birlikte evlerinden çıkıp gelmişlerdi. Dışarısı kaynıyordu. Bir velveledir gidiyordu. Fatıma (a.s) şunları söyledi: Bırakın amcamın oğlunu! Bırakın kocamı! Allah'a yemin ederim ki, başımı açar, babamın gömleğini başıma sarar ve size beddua ederim. Bilirsiniz, Salih Peygamber'in devesi, Allah katında benden daha değerli değildir. Onun yavrusu da Allah katında benim oğullarımdan daha değerli değildir."[252]

Ayyâşî'nin aktardığı bir rivayette Hz. Fatıma'nın (a.s) şöyle dediği belirtiliyor: "Ey Ebubekir! Beni dul, evlâtlarımı da yetim mi bırakmak istiyorsun? Allah'a yemin ederim ki, eğer onu bırakmazsanız, saçlarımı açar, bağrımı yırtar, babamın kabrinin başına gidip Rabbime seslenirim." Bunları dedikten sonra Hasan ve Hüseyin'in elinden tutarak Resulullah'ın (s.a.a) kabrine doğru yürüdü. Bunun üzerine sağdan-soldan insanlar Ebubekir'e seslenmeye başladılar: "Ne yapmak istiyorsun? Bu ümmetin başına azap inmesini mi istiyorsun?"

Fatıma (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) tertemiz kabrinin başına doğru gitti. Aslında orada olup bitenleri gören, fakat cismanî olarak gaip olan babasından yardım istedi: "Babacığım! Ya Resulallah! Senden sonra İbn Hattab ve Ebu Kuhafe'nin oğlu bize neler yaptılar!" Fatıma'nın (a.s) bu sözleri, bütün kalplarin hüzün olmasına ve bütün gözlerin yaş dökmesine neden oldu.[253]

9- Hz. Zehra (a.s) İle Yüzleşme

Hz. Fatıma (a.s), babasından (s.a.a) bütün bunları duymuş olmasına rağmen, hayatında böyle bir günü yaşayacağını, böyle bir felâketle karşılaşacağını beklemiyordu elbette. Evet, babası bunları ona haber vermişti; ama duymak başka bir şey, bizzat görüp yaşamak başka bir şeydir. Bir felâketi duymanın etkisiyle onu bizzat görmenin etkisi aynı değildir. Evet, babasından, gelişmelerin aleyhlerine döneceğini, vefatından sonra, kendilerine yönelik kin ve nefretlerin açığa çıkacağını duymuştu; ama şimdi o, olacağını önceden haber aldığı bu olayları bizzat yaşıyordu. Topluluk, evine saldırmış, zorla kocasını evden çıkarmışlardı. O ev ki, Resulullah (s.a.a) Fatıma'dan izin almadan içine girmezdi.

Hz. Zehra, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Zeyneb'in babasının yanına gelmek üzere hazırlanışını, devesinin hevdecinde Mekke'den ayrılışını, Hebbar b. Esved'in peşine düşüp deveyi mızrakla dürtüp ürkütmesini, hevdecte bulunan Zeyneb'in bu olayın etkisiyle Medine'ye dönerken karnındaki yavrusunu düşürmesini ve Resulullah'ın (s.a.a) Mekke'nin fethedildiği gün Hebbar b. Esved'in kanını helal saymasını düşünüyordu.

Acaba Resulullah (s.a.a), topluluğun, sevgili Zehra'sının (a.s) evinin dokunulmazlığına riayet etmediğini, ona saygı göstermediğini görseydi, ne yapardı? Ciğerparesinin hiçbir saygınlığının kalmadığını, topluluğun iyice küstahlaşıp onu dövdüklerini, korkuttuklarını, bunun da çocuğunu düşürmesine, sonra hastalanıp ölmesine sebep olduğunu görseydi, ne derdi?

İktidar grubu ile Zehra'nın (a.s) yüzleşmesi, Zehra'nın (a.s) evinde, kısa bir süre içinde ve sınırlı bir mekânda gerçekleşmişti; fakat onun (a.s) sesi, nesilden nesile, dilden dile günümüze kadar geldi. Resulullah'ın (s.a.a) bu dünyadan ayrılmasının üzerinden daha birkaç gün geçmemişken, Âl-i Muhammed'e (s.a.a) reva görülen zulüm, onlara karşı sergilenen düşmanlığın acısı, insanın tüylerini diken diken ediyor.

Bu yüzleşmeden hareketle, Hz. Fatıma'nın (a.s) kişiliğini gözler önüne seren bazı noktaları şöylece tespit etmek mümkündür:

1- Hz. Zehra (a.s), derhal Resulullah'ın (s.a.a) vasisini savunmaya geçmiştir. Büyük bir cesaret ve heybet örneği sergileyerek kapının arkasında durmuş ve belki zalimler saldırganlıklarına son verirler diye kesin kanıtlar içeren sözlerle kapı önündeki topluluğa hitap etmiştir. Susmayı tercih etmemiştir. Çünkü o, haklıydı; saldırganlar, şer'î hilâfeti gasp eden kimselerdi.

2- Hz. Ali'yi (a.s) zor kullanarak dışarı çıkardıklarında, Hz. Zehra (a.s), beklemeden yeni bir savunma pozisyonuna geçti. Evine yönelik saldırı sırasında gördüğü onca eziyete ve çektiği onca acıya rağmen, belki yaptıklarına engel olurum endişesiyle kocasının peşinden gitti. Çünkü bu aşamadan sonra artık iki hakkı birden savunuyordu: Birincisi, vasiyi savunma ve hilâfeti geri alma hakkı. İkincisi; Resulullah'ın (s.a.a) kızı olarak saldırgan topluluğun evine yönelik haksız saldırıdan doğan kendini savunma hakkı.[254]

Artık önünde başka çare ve yol kalmayınca, haykırarak, herkesin gözü önünde, Allah ve Resulü'nden yardım isteyerek saldırganlara beddua etmeye başladı. Hiç kuşkusuz Zehra'nın (a.s) bu tavrı, hakkı arayan herkes için açık ve net bir muhalefet örneğiydi. Ki hilâfet makamı sahih çizgisinden sapmış ve meşru sahiplerinden alınmıştır. Fatıma'nın (a.s), hilâfet hakkını asıl sahibine, yani İmam Ali'ye (a.s) iade etme uğruna oynadığı rol son derece önemlidir. En azından İslâmî deneyimin gerçek mecrasına girmesi bağlamında, ümmetin uyanması, ümmetin bireylerinin bilinçlenmesi ve hilâfeti gasp edenlerin rezil olması noktasında büyük bir misyon üstlenmişti ve bunda da son derece başarılı olmuştu. Ayrıca, risalet sahibinin dünyadan ayrılışının üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen, hilâfeti gasp edenlerin, bu işe ehil olmadıklarına, Müslümanların liderliği sorumluluğunu taşıma yeterliliğine sahip olmadıklarına vurgu yapmıştı. [İşte bu hususun belirginleşmesinde, ümmetin dikkatinin bu noktaya çekilmesinde Fatıma'nın (a.s) muhalefeti yol gösterici bir rol oynamıştır.]

İmamlık Hakkı ve Ehl-i Beyt'e Yapılan Zulümler İle İlgili Sözleri

Mahmud b. Lebid'den şöyle rivayet edilir: Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra, Fatıma (a.s), sürekli olarak şehitlerin mezarlarını ziyaret eder, Hamza'nın mezarının başında uzun süre ağlayarak beklerdi. Bir gün Hamza'nın mezarını ziyaret etmeye geldiğimde Fatıma'yı (a.s) orada gördüm, ağlıyordu. Sakinleşinceye kadar bekledim. Sonra yanına geldim ve selâm verdim. Dedim ki: "Ey dünya kadınlarının efendisi! Allah'a yemin ederim ki, senin döktüğün göz yaşları yüzünden kalbimin damarları kopacak oldu." Dedi ki: "Ey Ebu Ömer! Ağlamak benim hakkım. Ben ağlamayayım da kimler ağlasın?! Ben ki babaların en hayırlısını yitirdim! Ah! Resulullah'ın özlemi!" Sonra şu beyitleri okudu:

"Biri ölünce, yavaş yavaş unutulur, ondan az söz edilir

Babam ise, öldüğünden beri daha çok anılır oldu."

Dedim ki: "Ey Efendim! Sana bir soru sormak istiyorum, içimdeki huzursuzluğu, kararsızlığı dindirmiş olursun." "Sor." dedi. Dedim ki: "Resulullah (s.a.a) vefatından önce, Ali'nin (a.s) imameti hakkında açık bir şey söyledi mi?" Dedi ki: "Hayret! Gadir-i Hum'u unuttunuz mu?" Dedim ki: "Evet, Gadir-i Hum olayı doğrudur. Ama, Resulullah'ın (s.a.a) bir sır olarak bıraktığı bilgiyi istiyorum." Dedi ki: "Yüce Allah şahittir ki, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: Ali, benden sonra size bırakacağım en hayırlı haleftir. O, benden sonraki imam ve halifedir. Şu iki torunum ve Hüseyin'in soyundan gelecek yedi kişi hayır ve iyilik imamlarıdırlar. Eğer onlara tâbi olursanız, onların hidayet üzere olduklarını ve sizi hidayete götürdüklerini görürsünüz. Ama onlara karşı gelirseniz, kıyamete kadar aranızda ihtilâf eksik olmaz."

Dedim ki: "Efendim! Peki Ali, niçin hakkını istemedi de bir köşede bekledi?" Dedi ki: "Ey Ebu Ömer! Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: İmam -veya Ali- Kâbe gibidir; ona gidilir, kendisi gitmez." Sonra şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, eğer hakkı ehline verseler, Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine tâbi olsalar, Allah'ın dini ile ilgili olarak aralarında ihtilâf olan iki kişi bulunmaz. Bu dinin öncülüğünü, kuşaklar birbirlerinden alıp sonraki kuşaklara aktarırlar. Bu, Hüseyin'in (a.s) soyundan gelen dokuzuncu imam ve Kaim'imiz kıyam edinceye kadar böyle devam eder. Ama ne yazık ki, Allah'ın arkaya attığını, insanlar öne çıkardılar, Allah'ın öne çıkardığını da arkaya attılar. Derken gönderilmişi inkâr ettiler, onunla birlikte sünnetini de mezara koyup gömdüler. Heva ve heveslerinin telkinlerine uymayı tercih ettiler. Kendi görüşlerini esas aldılar. Elleri kuruyasıcalar! Allah'ın şu sözünü hiç mi duymadılar?: 'Rabbin dilediğini yaratır ve seçer, onların seçme hakkı yoktur.' Kuşkusuz bu ayeti duymuşlardır; fakat onların durumu, yüce Allah'ın şu ayette buyurduğu gibidir: 'Gözler kör olmaz, ama göğüslerdeki kalpler kör olur.' Heyhat! Bütün dünyayı kaplayacak şekilde umutlarını yaydılar ve ecellerini unuttular. Yıkılasıcalar, boşa gitti amelleri. Allah'ım! Sıkıntı ve zorluktan sonraki nimetlerin doğurduğu rehavetten sana sığınırım."[255]

Talha'nın kızı Aişe'ye cevap verirken de şunları söylüyordu:

"Bana, kuşları yolan, yürüyenlerin ayaklarını parçalayan, etkileri semaya kadar yükselen ve bir felâket olarak haberi tüm yeryüzüne yayılan şeyi mi soruyorsun? Teym kabilesinin silip süpürücüsü (Ebubekir'e işaret ediyor. Çünkü Ebubekir'in babasının adı Ebu Kuhafe'dir ve Kuhafe de, silip süpürmek anlamına gelen K.H.F kökünden türemiştir) ve Adiy kabilesinin azgını (Ömer'e işaret ediyor), Ebu'l-Hasan'a (Ali) zulmetmek için yarış hâlindeydiler. Açıktan açığa ona karşı çıkmaktan kaçarak gizlice plânlar kurdular. Onun açık hakkını dürüp gizlediler. Dinin nuru sönünce, emin peygamber vefat edince, hemen dile geldiler. İçlerindekini dışarı vurdular. Derhal Fedek'e el koydular. Ama nice melikin mülkü yıkılıp gitmiştir. O, yüce Rabbin vefalı zürriyete bir bağışıydı. Resul'ün soyu ve benim neslim olan çocukların rızkıydı o. Burası Allah'ın bilgisi ve emin peygamberinin [veya Cebrail'in] tanıklığıyla bize verilmişti. Eğer yiyeceğimi elimden aldılarsa, bir parça lokmaya engel oldularsa, ben bunun hesabını haşre bırakıyorum. Andolsun, onu yiyenler, cehennemin kaynaması içinde kızgın bir alev olarak karşılarında bulacaklardır."[256]

10- Son Günlerinde Fatıma (a.s)

Hz. Fatıma (a.s) babasından sonra, ancak birkaç ay hayatta kaldı. Bu süreyi de ağlamakla, matemle, inlemekle geçirdi. Öyle ki sürekli ağlayanlardan kabul edilmiştir, bir kez olsun güldüğü görülmemiştir.[257]

Ağlaması için sebep ve gerekçe çoktu. En önemlisi, Müslümanların dosdoğru yoldan sapmaları, ihtilâf ve ayrılığa yol açan korkunç vadilere girmeleri, dolayısıyla İslâm ümmetinin yavaş yavaş çöküşe doğru sürüklenmesiydi.

Fatıma (a.s) ki, babasının zamanında İslâm'ın yayılma sürecini yaşamış, değerli olan her şeyini bu uğurda feda etmişti, İslâm'ın zaferini ve adalet prensibinin bütün dünyaya hakim olmasını bekleme hakkına sahipti. Ama hilâfetin gasp edilmesi ve onu izleyen olaylar bütün ümitlerini boşa çıkardı. Kalbini büyük bir hüzün kaplamıştı. Tertemiz ruhu sıkılıyordu. Babası Peygamber-i Ekrem'in vefatından dolayı duyduğu ağır hüzne, daha ağır bir hüzün yükü daha eklenmişti.

Bir gün Ümmü Seleme, Fatıma'nın (a.s) yanına gitti ve dedi ki: "Bu geceyi nasıl geçirdin ey Resulullah'ın kızı?" Dedi ki: "Hüzün ve keder içinde sabahladım. Bir yanda Nebi'nin (s.a.a) vefatı, bir yanda Vasi'nin (a.s) uğradığı zulüm… Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın kitabında indirdiğine ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetinde tevil ettiğine aykırı bir şekilde imameti elinden alınan kimsenin mahremiyeti çiğnenmiş oldu. Ama bunun sebebini biliyorum. Bu, Bedr'in kininin ve Uhud'un kalıntılarının açığa vurmasıdır."[258]

Ali'nin (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "Peygamber'i (s.a.a) yıkadığım zaman üzerinde gömleği vardı. Fatıma, 'Bana gömleği göster.' diyordu. Fatıma gömleği koklayınca bayıldı. Bunu gördüğümde gömleği sakladım."[259]

Rivayet edilir ki: "Peygamber efendimiz (s.a.a) vefat edince Bilal artık ezan okumak istemedi. 'Resulullah'tan (s.a.a) sonra kimseye ezan okumam.' diyordu. Bir gün Fatıma (a.s), 'Babamın müezzini Bilal'in sesini özledim.' dedi. Bilal bunu duyunca ezan okumaya başladı. 'Allahu ekber… Allahu ekber…' deyince, Fatıma (a.s) babasını (s.a.a) hatırladı ve göz yaşlarına hâkim olamadı. Bilal, 'Eşhedu enne Muhammeden Resulullah…' deyince, Fatıma hıçkırıklara boğuldu, yere yığılıp bayıldı. İnsanlar Bilal'e, 'Dur ey Bilal! Resulullah'ın (s.a.a) kızı ruhunu teslim etti.' dediler. Fatıma'nın (a.s) öldüğünü sanmışlardı. Bunun üzerine Bilal ezanı yarıda kesti, tamamlamadı. Fatıma (a.s) ayılınca, ezana devam etmesini istedi; fakat Bilal yapamadı ve şöyle dedi: 'Ey dünya kadınlarının efendisi! Benim ezan okuduğumu duyduğunda başına bir şey gelmesinden korkuyorum.' Bunun üzerine Fatıma (a.s), Bilal'den bir daha ezan okumasını istemedi."[260]

"Fatıma (a.s), gece gündüz ağlamayı, inlemeyi sürdürdü. Göz yaşları durmadan akıyordu. Sonunda komşuları bu acıya dayanamadılar. Medine'nin ileri gelenleri toplanıp Emirü'l-Müminin'e (a.s) gittiler ve dediler ki: Ey Ebu'l-Hasan! Fatıma gece gündüz ağlıyor. Hiçbirimiz gece yatağında rahat uyuyamıyor, gündüz huzur bulup da kendini işine veremiyor. Rızkımızı temin etmek için çalışamıyoruz. Ona söylesen, ya gece ağlasın ya da gündüz ağlasın."

"Bunun üzerine Emirü'l-Müminin (a.s) Fatıma'nın (a.s) yanına geldi ve şöyle dedi: 'Ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı, Medine'nin yaşlıları bana gelip sana, ya gece ya da gündüz baban için ağlamanı istememi önerdiler.' Fatıma (a.s) şu karşılığı verdi: 'Ey Ebu'l-Hasan! Onların arasında çok kalmayacağım. Çok geçmeden onlardan ayrılıp gideceğim.' Sonunda Emirü'l-Müminin (a.s) Bakî mezarlığının arkasında Medine'nin dışında bir ev yapmak zorunda kaldı. Bu eve de 'Beytu'l-Ahzan' (Hüzünler Evi) adını verdi. Sabah olunca Fatıma (a.s), Hasan ve Hüseyin'i (a.s) önüne katarak Bakî mezarlığına gidip ağlıyordu. Akşam olunca Emirü'l-Müminin (a.s) yanına gidiyor, evine kadar ona eşlik ediyordu."[261]

Enes'in şöyle dediği rivayet edilir: "Peygamber'i (s.a.a) kabre koyup geri döndükten sonra Fatıma'nın (a.s) yanına geldim. 'Resulullah'ın (s.a.a) yüzüne toprak örtmeye gönlünüz nasıl razı oldu?' dedi ve ağladı."[262]

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Fatıma (a.s) büyük bir üzüntü çekiyordu. Bunun sonucunda sağlığı bozuldu. Bundan sonra sadece bir kere gülümsedi, o da ölüm döşeğindeki Esma bint-i Umeys'e baktığı sırada oldu. Kadın ölüm giysilerini giyindikten sonra kendisi için ölümünden önce hazırlanan giysiler içindeki naaşına baktı ve 'Üzerimi örtün, Allah sizin günahlarınızı örtsün.' dedi."[263]


HZ. FATIMA'NIN (a.s) HASTALIĞI VE ŞEHİT OLMASI

1- Hasta Yatağında Fatıma (a.s)

Fatıma efendimizin (a.s) hastalandığı haberi bütün Medine'ye yayıldı. Herkes, Fatıma'nın (a.s) hasta olduğunu duydu. Hz. Fatıma (a.s) vücudunun herhangi bir yerindeki ağrıdan şikâyet etmiyordu. Yalnızca evine saldırı düzenlendiği gün, kapı ile duvar arasında sıkışması sonucu kırılan kaburgasından acı duyuyordu ve karnındaki bebeğini düşürmesi sonucu acılar içindeydi. Bir de yüzüne vurulan tokatın acısını içinden hissediyordu.

Bütün bunlar sağlığının bozulmasına, artık günlük işlerini göremez hâle gelmesine neden olmuştu. Şefkatli eşi işlerini görüyordu. Esma bint-i Umeys de ona yardım ediyordu.[264] Medineli kadınlar onu ziyaret etmeye geldiler. Fatıma (a.s) -ileride sunacağımız- konuşmasını yaptı. Kadınlar Fatıma'nın söylediklerini kocalarına aktardılar. Bunun üzerine kocaları gelip ondan özür dilediler. Ama Fatıma (a.s) onların özürlerini kabul etmedi ve onlara şöyle dedi: "Benden uzak durun. Suç işledikten sonra özür dilemenin bir faydası yok. Kusur işlendikten sonra söylenecek söz yoktur."

Hz. Fatıma'nın (a.s) iktidar grubundan tiksindiği; susarak ve tepkisiz kalarak iktidar grubuna destek olanlara, Âl-i Resul hakkında inen bütün nasları unutan, Zehra (a.s), kocası ve çocuklarıyla ilgili olarak Resulullah'ın (s.a.a) dudaklarından döküldüğünü duydukları bütün hadislere sırt çeviren kimselere öfke duyduğu haberi her tarafa yayılmıştı. İnsanlarda sonunda bir duyarlılık meydana geldi. Âl-i Resul'ün meşru liderliğini tanımayan, hakkı önemsemeyen, kaba-kuvvet ve kılıçtan başka mantık tanımayan iktidar grubunu desteklemekle hata ettiklerini anladılar.

2- Medineli Kadınların Fatıma Efendimizi (a.s) Ziyaret Etmeleri

Muhacir ve ensar kadınlarının Fatıma efendimizi (a.s) ziyaret etmelerinin gerçek nedeninin, onları böyle bir harekete iten asıl etkenin ne olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Acaba erkeklerin etkisiyle mi böyle bir karar almışlardı? Şayet böyle bir ihtimal varsa, bu erkekleri, eşlerini Fatıma'nın (a.s) evine göndermeye sevk eden neydi? Yoksa kadınlar arasında kendiliğinden bir duyarlılık belirdi de hata ettiklerinin, hatta Peygamber'in (s.a.a) kızını yalnız bıraktıklarının farkına mı vardılar ve böylece bu bilinç bütün kadınlar arasında yayıldı da Fatıma'yı (a.s) ziyaret etmek, gönlünü almak, cihanın kadınlarının efendisinin başına gelen üzüntü verici olaylar karşısında vicdanlarını rahatlatmak mı istediler? Siyasî sebeplerden dolayı böyle bir harekete kalkışmış olmasınlar mı? Havayı yumuşatmak, Resulullah'ın (s.a.a) kızı ile o günkü iktidar grubu arasındaki gerginliği ortadan kaldırmak için gelmiş olabilirler mi? Özellikle Hz. Fatıma'nın (a.s) yalnızlığı seçmiş olması, toplumdan uzaklaşması, bütün bu davranışlar üzerinde etkili olmuştur. Daha doğrusu, halkın bilinçlenmesinin başta gelen sebeplerinden biriydi bu. Bir de Emirü'l-Müminin (a.s), Fatıma'yı (a.s) bir deveye bindirerek ensarın evlerini dolaşmış, onlardan yardım istemiş, onları uyarmıştı; ancak onlardan yardım görmemişti, ensarın kendisini yalnız bırakmasıyla karşılaşmıştı.[265]

Bütün bu ihtimallerin yanında, hasta yatağında bulunan Fatıma'yı (a.s) ziyarete gelen kadınların sayısını da bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz: Gelenler az değildi, önemli sayılacak kadar bir kalabalık toplanmıştı.

3- Hz. Fatıma'nın (a.s) Yaptığı İkinci Konuşma

Süveyd b. Gufle şöyle der: Hz. Fatıma (a.s) sonunda vefat ettiği hastalığa yakalanınca, muhacir ve ensar kadınları ziyaret maksadıyla toplanıp yanına geldiler. Dediler ki: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı! Hastalığın nasıl oldu? Hasta olarak nasıl sabahladın?" Hz. Fatıma (a.s) Allah'a hamd ettikten ve babasına (s.a.a) salât ve selâm gönderdikten sonra şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki, dünyanızdan tiksinerek, kocalarınıza öfke duyarak sabahladım. Onları denedikten sonra tutup attım. Onları sınadıktan sonra onlara buğzettim. Ne çirkin bir şeydir kılıçların kırılması, [ciddiyetten sonra oyun,][266] hasımların elinde birer oyuncağa dönüşmek,[267] mızrakların kırılması, görüşlerin karmaşık [ve çelişkili][268] bir görüntü arz etmesi!"

"Nefislerinin önceden hazırladığı şey ne kötüdür! Bu yüzden Allah onlara gazap etti ve onlar ebediyen azaba uğrayacaklardır."

"Hiç kuşkusuz, [Allah'a andolsun ki][269] onun (hilâfetin, Fedek'i veya Ehl-i Beyt'in haklarını gasp etmenin) günahını onların boynuna geçirdim. [Ağırlığını onlara yükledim.][270] Sonuçlarını onların üzerlerine serptim. Zalimler topluluğunun burunları kopsun, boğazları dert görsün! Kahrolsunlar!"

"Yuh olsun onlara! Nasıl da bunu; risalet dağlarından, nübüvvet ve yol göstericilik temellerinden, emin vahyin indiği topluluktan, din ve dünya işlerinin bilge yol göstericilerinden uzaklaştırdılar. Haberiniz olsun! İşte apaçık hüsran budur. Neden Ebu'l-Hasan'dan öç hoşlanmadılar? Allah'a yemin ederim ki, sırf kılıcının kötülere karşı çekilmesinden, [ölüme aldırış etmeden inkârcıların üzerine gitmesinden,] karşı konulmaz darbeler indirmesinden, savaşta düşmanı tepeleyen hücumları gerçekleştirmesinden, Allah için savaşırken hiçbir gaileyi hesaba katmamasından dolayı ondan hoşlanmadılar."

"Allah'a yemin ederim ki, eğer Resulullah'ın (s.a.a) ona yüklediği sorumluluğu ona vermezlerse, Resulullah'ın bıraktığı yoldan yüz çevirirlerse dahi, Ali (a.s) o yolu sevecek, izleyecek ve onları kolaylıkla yola getirecektir. O yol ki, izleyicisini yumuşak bir şekilde, yaralamadan, izleyicisini [yormadan,] hırpalamadan ve dosdoğru bir şekilde maksadına eriştirir. Sonunda onları besleyici, susuzluğu giderici bir tatlı su kaynağına ulaştıracaktı. Bir kaynak ki, ala bildiğine geniş ve iki yakasına kadar su ile doludur. [Bu suyun iki tarafı çer çöple kirlenip kokuşmaz.] İçtiklerinde karınları şişmez. [Gizli, açık onlara öğüt verecekti.] Ki bu su, çevrelerinde bir girdap gibi dönüyordu; ama onlar bundan gereği gibi yararlanamıyorlardı. [Ali, dünyadan herhangi bir pay almamıştı,] sadece bir yudum su almıştı, çok susamış bir kimsenin aldığı küçük bir yudum. [Eğer Resulullah'ın kendilerine yüklediği sorumluluğu hatırlasalardı,] dünyadan uzaklaşan ile dünyanın peşinden gideni, doğru söyleyen ile yalan söyleyeni, birbirinden ayırırlardı.[271] O zaman göklerin ve yerin bereketleri üzerlerine yağardı. Ama Allah, kendi elleriyle işleyip kazandıkları amellerinden dolayı onları sorgulayıp hesaba çekecektir."

"Gel ve dinle! Sen yaşadıkça, zaman, daha sana neler gösterecektir! Eğer şaşırıyorsan, mutlaka bir hadisedir seni şaşırtan. [Ah! Keşke bilseydim,] hangi dayanağa dayandılar, kime güvenip yaslandılar, hangi kulpa sarıldılar, [hangi zürriyete koşup etrafında toplandılar]? [Gerçek ve adil imamın dışında seçilenler ne kötü dost, ne kötü yarendirler! Zalimlerin tercihi ne kötüdür!]"

"Başların yerine kuyrukları, olgun kimsenin yerine düşkün kimseyi tercih ettiler. Güzel bir şey yaptıklarını sanan topluluğun burunları sürtülecektir. Haberiniz olsun, asıl bozguncular kendileridir, ama bunun farkında değildirler."

"[Yuh olsun onlara!] Hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktır; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?[272]"

"Ömrüm hakkı için, onların bu davranışları bir gelişmeye gebedir ki, sonuç vermesi çok yakındır. Sonra taze kan dolusu kadehi, acı bir zehiri (sabır) içeceksiniz. İşte o zaman batıl ehli olanlar hüsrana uğrayacaklardır. Ve sonradan gelenler, öncekilerin başlattıkları uygulamaların akıbetini bileceklerdir."

"O zaman dünyanızda huzur içinde mutlu olun(!). kalplerinizi fitnelerin inmesine hazırlayın. Keskin bir kılıcın tepenizde sallanacağını birbirinize müjdeleyin. [Zalim ve azgın bir egemenliği,] her tarafı kaplayan bir kargaşayı ve zalimlerin istibdadını sevinçle karşılayın(!). Bu zalim iktidar tarafından, elinize geçen ganimetin bir küçük lokma kadar olmasına, ekinlerinizin onlar tarafından biçilmesine hazır olun. Yazık size, çok yazık! Artık hidayeti bulmanız ne mümkün; değil mi ki kaybolup gitmiş, sizden uzaklaşmıştır. Siz hidayetten hoşlanmadığınız hâlde, sizi zorla mı ona ileteceğiz?"

Süveyd b. Gufle der ki: "Kadınlar Fatıma'nın (a.s) sözlerini gidip kocalarına tekrarladılar. Bunun üzerine muhacir ve ensarın ileri gelenlerinden bir grup Fatıma'ya (a.s) gelerek ondan özür dilediler ve şöyle dediler: 'Ey efendimiz! Ebu'l-Hasan (Ali) bunu önceden bize söyleseydi, önceden işi karara bağlasaydık, anlaşmayı sağlamlaştırsaydık, bizim ondan başkasına yönelmemiz mümkün değildi.' Bunun üzerine Fatıma (a.s) şöyle dedi:

"Gidin! Sizinle bir işim yok. Suçu işledikten sonra mazeretin bir anlamı, bu kusurdan sonra da size söyleyeceğim bir sözüm yoktur."[273]

4- Ebubekir ve Ömer B. Hattab'ın Hz. Fatıma'yı (a.s) Ziyaret Etmeleri

Kadın erkek bütün sahabeler peş peşe Fatıma'yı (a.s) ziyaret ettiler; Ebubekir ve Ömer hariç. Bunlar Fatıma'yı ziyaret etmiyorlardı. Çünkü Fatıma (a.s), onlarla ilişkilerini kesmiş, onları reddetmiş ve kendisini ziyaret etmelerine izin vermemişti. Hastalığı iyice ağırlaşıp artık ölmek üzereyken, onu ziyaret etmek zorunda hissettiler kendilerini. Çünkü Mustafa'nın (s.a.a) ciğerparesinin herkesin gözü önünde kendilerine kızgın olarak bu dünyadan ayrılmasını istemiyorlardı. Aksi takdirde bu, kıyamete kadar Halife'nin ve iktidar grubunun alnına sürülmüş bir kara leke olarak kalırdı. Bu yüzden Fatıma'yı (a.s) memnun etmek suretiyle hatalarını örtmek istediler. O zaman her şey bitecekti ve yaptıklarının kötülüğü zaman içinde unutulup gidecekti.

Rivayete göre Ömer, Ebubekir'e şöyle dedi: "Haydi, gel beraber Fatıma'ya (a.s) gidelim. Çünkü onu kızdırdık." Beraber Fatıma'nın (a.s) evine gittiler. Girmek için izin istediler. Fatıma onlara izin vermedi. Bunun üzerine Ali'ye (a.s) gittiler, onunla konuştular. Hz. Ali, onları Fatıma'nın (a.s) yanına götürdü. Fatıma'nın yanında oturdukları zaman, Fatıma yüzünü duvara doğru çevirdi. Fatıma'ya selâm verdiler. Fakat Fatıma onların selâmını almadı. Ebubekir konuşmaya başladı: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) sevgili kızı! Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ın (s.a.a) akrabalarını kendi akrabalarımdan daha çok seviyorum. Seni de Aişe'den daha çok seviyorum. Senin babanın öldüğü gün, ölmeyi ve ondan sonra hayatta kalmamış olmayı çok isterdim. Sence ben; seni, senin faziletini ve şerefini bildiğim hâlde, sana ait olan bir hakkı ve Resulullah'tan (s.a.a) sana kalan mirası sana vermeyecek biri miyim? Ne var ki ben Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: Biz peygamberler miras bırakmayız. Bizim geride bıraktığımız mal, sadaka olarak dağıtılır."

Bunun üzerine Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Şimdi ben size Resulullah'ın (s.a.a) bir hadisini zikretsem ve siz de bu hadisi duymuşsanız, gereğini yapacak mısınız?" "Evet." dediler. Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Sizi Allah adına yemine veriyorum; Resulullah'ın (s.a.a), 'Fatıma'nın rızası benim rızamdır, Fatıma'nın öfkesi benim öfkemdir. Kim benim kızım Fatıma'yı severse, beni sevmiş olur. Kim Fatıma'yı razı ederse beni razı etmiş olur. Kim Fatıma'yı öfkelendirirse beni öfkelendirmiş olur.' dediğini duymadınız mı?" "Evet, bunu Resulullah'tan (s.a.a) duyduk." dediler.

Bunun üzerine Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Şu hâlde ben, Allah'ı ve meleklerini şahit tutuyorum ki, siz ikiniz beni öfkelendirdiniz, beni memnun etmediniz. Eğer Peygamber'le (s.a.a) karşılaşırsam, mutlaka sizi ona şikâyet ederim." Ebubekir şöyle dedi: "Ben, Resulullah'ın ve senin öfkenden Allah'a sığınırım, ey Fatıma!" Sonra Ebubekir ağlamaya başladı. Öyle ağladı ki, kahrolacaktı az kalsın. Fatıma (a.s) sözlerini şöyle sürdürdü: "Allah'a yemin ederim ki, kıldığım her namazda ikinize beddua edeceğim." Ebubekir ağlayarak evden çıktı. İnsanlar Ebubekir'in başına toplandılar. Onlara şöyle dedi: "Herkes eşine sarılarak, ailesinin yanında mutlu bir şekilde gecelerken, beni içinde bulunduğum durumla baş başa bıraktınız. Allah'a yemin ederim ki, benim sizin biatinize ihtiyacım yoktur. Biatinizi benden geri alın."[274]

5- Ahiret Yolculuğundan Önceki Son Saatleri

Hz. Fatıma Efendimiz (a.s), can verdiği gün bütünüyle yatağa düşmüştü. Bir deri, bir kemik kalmıştı. Tamamen iskeletten ibaret bir kemik yığınıydı. Babasını rüyasında görmüş, ona şöyle demişti: "Kızım! Bana gel. Seni çok özledim." Ardından şöyle demişti: "Bu akşam yanıma geleceksin!…"

Uykusundan uyandı, ahiret yolculuğunun hazırlıklarına başladı. Doğru sözlü ve söyledikleri doğrulanan ve "Beni rüyada gören gerçekten görmüştür." diyen babasından yolculuğa çıkacağını duymuştu. Şu hâlde haberin doğruluğundan kuşkulanmaya, tereddüt etmeye gerek yoktu.

Gözlerini açtı. Bütün gücünü topladı. Ölüm öncesi son silkiniş sürecini yaşıyordu belki de. Gerekli hazırlıkları yapmak için ayağa kalktı. Hayatının bu son saatçiklerini ganimet bildi. Hz. Zehra (a.s) duvara tutunarak evin su bulunan tarafına doğru yürüdü. Titrek elleriyle çocuklarının elbiselerini yıkadı. Sonra çocuklarını çağırdı, başlarını yıkadı. Bu sırada İmam Ali (a.s) eve girdi. Sevgili eşinin hasta yatağından kalktığını, ev işlerini yapmaya başladığını gördü.

İmam (a.s), ona bakınca yüreği sızladı. Fatıma (a.s), sağlıklı zamanlarında bile kendisini yoran ağır işlere bu hâldeyken yeniden koşmuş olduğuna yüreği dayanamadı. Sağlığı bozulduğu hâlde, bu ağır işleri yapmaya kalkmasının sebebini sormasında şaşılacak bir şey yoktu elbette. Fatıma (a.s) da büyük bir açıklıkla, bu günün, hayatının son günü olduğunu, çocuklarının başlarını ve elbiselerini yıkamak için kalktığını söyledi. Çünkü bu günden sonra anneleri olmayacak, yetim kalacaklar. İmam (a.s), bu haberin kaynağını sordu, Fatıma (a.s) gördüğü rüyayı anlattı. Fatıma (a.s) bizzat kendisi, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kendi ölüm haberini eşine vermiş oluyordu.

6- Hz. Zehra'nın (a.s) İmam Ali'ye (a.s) Vasiyeti

Hayatının bu son demlerinde, uzun süredir, yerine getirilmesini istediği vasiyetini eşine iletmesinin zamanı gelmişti artık.

Ali'ye (a.s) şunları söyledi: "Ey amcamın oğlu! Kuşkusuz, ölüm haberim bana verilmiştir. Durumumun nasıl olacağını bilmesem de, birkaç saat sonra babama kavuşacağım. İçimde sakladığım bazı şeyleri sana vasiyet edeceğim." Ali (a.s) ona şu karşılığı verdi: "İstediğin şeyi bana vasiyet et, ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı!" Ali (a.s) Fatıma'nın baş ucuna oturdu, evde bulunan diğer kimseleri dışarı çıkardı. Sonra Fatıma (a.s) konuşmaya başladı: "Ey amcamın oğlu! Seninle beraber olduğum günden beri, sana hiç yalan söylemedim ve ihanet etmedim, benimle yaşadığın sürece sana karşı gelmedim." Ali (a.s) şöyle dedi: "Allah'a sığınırım. Sen, Allah'ı en iyi bilen, iyilik ve takva sahibi, cömert, Allah'tan çok korkan birisin. Allah'a yemin ederim ki, bana karşı gelmişsin diye seni kınayacağım bir davranışın olmamıştır. Senin ayrılığın ve seni yitirmem bana ağır geliyor. Ancak bundan kaçınmamız mümkün değildir. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ı (s.a.a) kaybetmekle yaşadığım musibetimi yeniledin. Senin ölümün ve seni yitirmem büyük bir musibettir. 'Biz Allah'tan geldik ve ona döneceğiz.' Ne feci, ne elem verici, ne yaralayıcı ve ne hüzün verici bir musibettir bu! Bu musibet karşısında hiçbir teselli beni teskin etmez, hiçbir taziye unutturmaz bu acıyı. Bir yıkımdır ki geride hiçbir şey bırakmıyor."

Sonra birlikte uzun süre ağladılar. İmam, Fatıma'nın başını göğsüne koydu ve şunları söyledi: "Bana istediğini vasiyet et. Bana emrettiğin her şeyi yaptığımı göreceksin. Senin emrini, senin işlerini kendi işlerime tercih edeceğim." Bunun üzerine Fatıma (a.s) şunları söyledi: "Bana karşı sergilediğin bu davranışından dolayı Allah seni hayırla ödüllendirsin. Ey amcamın oğlu! Öncelikle sana şunu tavsiye ediyorum: Benden sonra evlen… Çünkü erkekler kadınsız edemezler." Ardından sözlerini şöyle sürdürdü: "Bana haksızlık eden şu adamlara cenazemi göstermemeni vasiyet ediyorum. Onlar benim ve Resulullah'ın (s.a.a) düşmanlarıdır. Onların ve onlara tâbi olanların cenaze namazımı kılmalarına izin verme. Cenazemi, gözler uykuya daldığı, herkesin uyuduğu geceleyin defnet."[275]

Sonra sözlerini şöyle sürdürdü: "Ey amcamın oğlu! Başımda ağladıktan sonra, beni yıka, vücudumu açma. Çünkü ben temiz ve temizlenmişim. Üzerime, babam Resulullah'ın (s.a.a) üzerine döktüğünüz kafurdan kalanını dök. Namazımı kıl, sonra akrabalarımdan diğerleri peş peşe gelip kılsınlar. Beni gündüz değil, geceleyin; açıkça değil, kimse görmeden gizlice defnet. Kabrimin izlerini yok et, belli olmasın. Bana zulmeden hiç kimseye cenazemi gösterme. Ey amcamın oğlu! Benden sonra evlenmeden edemeyeceğini biliyorum. Eğer bir kadınla evlenirsen, bir gün ve geceyi ona, bir gün ve geceyi de çocuklarıma ayır. Ey Ebu'l-Hasan! Oğullarımın yüzüne bağırma. Kanadı kırık kimsesiz yetimler gibi görmesinler kendilerini. Çünkü onlar dün dedelerini yitirdiler, bugün annelerini yitirecekler."[276]

İbn Abbas, Fatıma'nın (a.s) yazılı bir vasiyetini rivayet etmiştir ve bu rivayette şöyle deniyor:

"Bu, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın vasiyetidir. O bu vasiyette bulunurken Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna, cennetin ve cehennemin hak olduğuna, kıyamet gününün gelmesinde şüphe bulunmadığına ve Allah'ın kabirlerde bulunan herkesi dirilteceğine şahitlik etmektedir. Ey Ali! Ben, Muhammed'in kızı Fatıma'yım. Allah beni seninle evlendirdi ki, dünya ve ahirette senin olayım. Sen başkalarından daha çok bana yakınsın. Naaşımın üzerine kafur dök, beni yıka ve geceleyin beni kefenle. Namazımı kıl ve cenazemi geceleyin defnet. Hiç kimse bilmesin. Seni Allah'a emanet ediyorum ve çocuklarıma selâm söyle kıyamete kadar."[277]

7- İslâm'da İlk Tabut Uygulaması

Esma bint-i Umeys'ten rivayet edilir ki, Fatımatü'z-Zehra (a.s) Esma'ya şöyle dedi: "Ben ölen kadınların görüntüsünden hiç hoşlanmıyorum. Üzerine bir giysi atıyorlar ve bu giysi onun bütün vücudunu gören herkese gösteriyor." Esma, "Ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı! Habeşistan'da iken gördüğüm bir şeyi sana göstereyim." dedi ve yaprakları soyulmuş yaş hurma çubuklarının getirilmesini istedi. Sonra getirilen bu çubukları düzeltti ve bunların üzerine bir örtü serdi. Fatıma (a.s) dedi ki: "Ne güzel bir şey bu. Bunun içindeki ölünün kadın mı, erkek mi olduğu belli olmaz."[278]

İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: "İslâm'da ilk tabut uygulaması, Fatıma'nın (a.s) na'şının bir tabuta konulmasıyla başlamıştır. Fatıma (a.s) sonunda vefat ettiği hastalığa yakalanınca, Esma'ya şöyle dedi: 'Ben iyice zayıfladım. Vücudumda et kalmadı. Ben öldüğümde vücudumu gizleyecek bir şey yapamaz mısın?' Esma dedi ki: 'Ben Habeşistan'da iken onların bir şey yaptıklarını görmüştüm, sana da ona benzer bir şey yapayım mı? Eğer beğenirsem, senin için bir tane yaparım.' Fatıma (a.s), 'Evet.' dedi. Bunun üzerine Esma bir divan istedi. Getirilen divanı ters çevirdi. Sonra hurma çubuklarının getirilmesini istedi. Bu divanı, dik tuttuğu çubukların üzerine bağladı, sonra üzerine bir örtü serdi. Esma dedi ki: 'Onların böyle yaptıklarını görmüştüm.' Fatıma (a.s) şöyle dedi: Bana da aynısını yap. Beni ört ki Allah da seni ateşten korusun."

8- Ömrünün Son Anları

Hz. Fatımatü'z-Zehra (a.s) evin ortasına serili yatağına döndü ve yüzünü kıbleye çevirerek yatağa uzandı.

Söylendiğine göre, Fatıma (a.s) kızları Zeyneb ve Ümmü Gülsüm'ü Haşimoğulları'ndan bir kadının evine gönderir ki, annelerinin ölümünü görmesinler. O, bunları, kızlarına duyduğu şefkatin, merhametin gereği olarak yapıyordu ki, ölüm musibetinin o ağır etkisinden korunsunlar.

İmam Ali, Hasan ve Hüseyin (hepsine selâm olsun) o sırada evin dışındaydılar. Belki de o sırada zorunlu olarak ve belli bir maksada binaen dışarı çıkmışlardı.

Esma'dan rivayet edilir ki, Fatımatü'z-Zehra (a.s) son nefesini vermek üzereyken Esma'ya şöyle dedi: "Resulullah (s.a.a) vefat ederken Cebrail cennetten kafur getirmişti. Resulullah bu kafuru üç kısma ayırdı; bir kısmını kendisi için, bir kısmını Ali için ve bir kısmını da benim için. Kafur kırk dirhemdi." Sonra şöyle dedi: "Ey Esma! Babamın falan yerde bulunan kafurunun geri kalanını getir ve başımın ucuna koy." Esma kafuru getirip başının ucuna koydu. Sonra, namaz kılmak için abdest alırken Esma'ya şöyle dedi: "Sürdüğüm kokuyu getir. Namaz kılarken giydiğim elbiselerimi getir." Sonra abdest aldı. Örtüyü üzerine serdi ve şöyle dedi: "Biraz bekle, sonra beni çağır. Cevap verdiysem bir şey yok demektir. Ama cevap vermediysem, bil ki babamın yanına gitmişim. O zaman hemen Ali'yi çağır."

Artık ölüm anı iyice yaklaşınca, perde kalktı ve Fatıma Efendimiz (a.s) keskin bir bakış yöneltti ve şöyle dedi: "Cebrail'e selâm olsun. Resulullah'a selâm olsun. Allah'ım, Resul'ünün yanına al. Allah'ım, hoşnutluğuna, katına, yurduna, esenlik yurduna al…" Sonra şöyle dedi: "Şu gök halkının kervanıdır. Şu, Cebrail; şu da Resulullah'tır (s.a.a); bana sesleniyor: Kızım! Gel! Burada seni karşılayacak şey senin için daha hayırlıdır." Gözlerini açtı ve şöyle dedi: "Ve aleyke's-selâm, ey ruhları kabzeden! Acele et, bana acı verme." Ve ardından şöyle dedi: "Gelişim sana olsun Rabbim, ateşe değil." Göz kapakları yumuldu, elleri yana düştü, ayakları boylu boyunca uzanıverdi.

Esma seslendi, cevap vermedi. Yüzündeki örtüyü kaldırdı. Fatıma (a.s), hayattan ayrılmıştı. Üzerine kapandı, bir yandan öpüyor, bir yandan da şöyle diyordu: "Ey Fatıma! Baban Resulullah'ın (s.a.a) yanına gittiğin zaman Esma bint-i Umeys'ten selâm söyle."

Hasan ve Hüseyin eve geldiklerinde annelerinin üzerinin örtülmüş olduğunu gördüler. Dediler ki: "Ey Esma! Annemiz bu saatte niçin uyuyor?" Esma dedi ki: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) oğulları! Anneniz uyumuyor; o, bu dünyadan ayrıldı."

Hasan annesinin üzerine kapandı. Bir yandan öperken, bir yandan da şöyle dedi: "Anneciğim! Ruhum bedenimden ayrılmadan bir kez daha benimle konuş!" Hüseyin, annesinin ayaklarını öpüyor ve şöyle diyordu: "Ben oğlun Hüseyin! Kalbim çatlayıp ölmeden önce konuş benimle!"

Esma, Hasan ve Hüseyin'e dedi ki: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) oğulları! Gidin babanıza annenizin öldüğünü haber verin." Hasan ve Hüseyin mescidin yakınlarına kadar geldiler. Artık kendilerini tutamayıp yüksek sesle ağlamaya başladılar. Bu sırada bazı sahabeler yanlarına gelip, neden ağladıklarını sordular. "Annemiz Fatıma öldü." dediler. Bunu duyan İmam Ali (a.s) yüzü koyun yere kapandı: "Kim bana teselli verecek, ey Muhammed'in kızı!"[279]

9- Cenaze İşlemleri ve Defin Merasimi

Hz. Ali'nin (a.s) evinden ağlama sesleri yükseldi. Medine, erkeklerin ve kadınların ağlama sesleriyle çınlıyordu. İnsanlar, Resulullah'ın (s.a.a) vefat ettiği günkü gibi bir dehşet anını yaşıyorlardı. Haşimoğulları'nın kadınları Fatıma'nın (a.s) evinde toplandılar, feryat ettiler, ağladılar. İnsanlar akın akın Ali'yi (a.s) ziyarete geldiler. Ali (a.s) oturmuş, Hasan ve Hüseyin (a.s) dizinin dibinde için için ağlıyorlardı. Ümmü Gülsüm dışarı çıktı. Şöyle diyordu: "Babacığım! Ya Resulallah! İşte şimdi seni, bir daha buluşmamak üzere gerçekten seni kaybettik."[280]

 Halk toplanmış, hıçkırıklarla ağlaşıyorlardı. Cenazenin evden çıkarılmasını ve namazını kılmayı bekliyorlardı. Ebuzer dışarı çıktı, "Dağılın. Resulullah'ın (s.a.a) kızının cenazesinin evden çıkarılması akşam geç vakitlere ertelendi." dedi. Ebubekir ve Ömer gelip Ali'ye (a.s) baş sağlığı dilediler ve şöyle dediler: "Ey Ebu'l-Hasan! Resulullah'ın (s.a.a) kızının cenaze namazını bize haber vermeden kılma."[281]

Bunun üzerine toplanan halk dağıldı. Cenaze merasiminin ertesi sabah yapılacağını sanıyorlardı. (Rivayete göre Hz. Fatıma (a.s) ikindi namazından sonra veya gecenin ilk saatlerinde vefat etti.)

Fakat İmam Ali (a.s), Fatıma'nın (a.s) cenazesini o gece yıkadı, kefenledi. Esma da ona yardım ediyordu. Sonra, "Hasan! Hüseyin! Zeyneb! Ümmü Gülsüm! Gelin, son kez annenizi ziyaret edin. Çünkü bu, ayrılma anıdır ve buluşma cennette olacaktır…" Bir süre geçtikten sonra İmam Ali onları annelerinin cenazesinden uzaklaştırdı.[282]

Ardından cenaze namazını kıldı ve ellerini göğe kaldırarak şöyle seslendi: "Allah'ım! Bu, Peygamber'inin (s.a.a) kızı Fatıma'dır. Onu karanlıklardan nura çıkardın. Böylece o her tarafı aydınlattı.

Bütün sesler kesilip gözler uykuya dalınca, gecenin bir yarısında Emirü'l-Müminin (a.s), Abbas, Fadl b. Abbas ve bir dördüncü şahıs bu narin cenazeyi alıp götürüyorlardı. Hasan, Hüseyin, Akil, Selman, Ebuzer, Mikdad, Büreyde ve Ammar da cenazeye eşlik ediyorlardı.[283]

Ali (a.s) kabre indi. Resulullah'ın (s.a.a) ciğerparesini aldı ve lahdine yanı üstü yerleştirdi. Şöyle dedi: "Ey toprak! Emanetimi sana emanet ediyorum. Bu, Resulullah'ın (s.a.a) kızıdır. Bismillahirrahmanirrahim. Bismillah ve billah ve alâ millet-i Resulillah Muhammedi'bn-i Abdillah. (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla. Allah'ın adı, Allah'ın yardımı ve Allah'ın elçisi Muhammed b. Abdullah'ın dini üzere.) Ey Sıddıka (dosdoğru kadın)! Seni, sana benden daha evlâ/yakın olana teslim ediyorum. Allah'ın senin için razı olduklarına ben de senin için razıyım." Sonra şu ayeti okudu: "Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız."[284] Sonra kabirden çıktı. Oradakiler Nebevî incinin üzerini toprakla örtmeye başladılar. İmam Ali (a.s) de mezarın belli olmaması için toprağı iyice yaydı, dümdüz yaptı.

10- İmam Ali'nin (a.s) Hz. Zehra'ya (a.s) Ağıtı

Defin töreni acele bir şekilde tamamlandı. Halkın görüp mezarlığa akın etmesinden korkuyorlardı. İmam (a.s) mezarın toprağından elini silkelerken, Resulullah'ın (s.a.a) ciğerparesini yitirmekten dolayı büyük bir üzüntüye kapıldı. Sevgi pınarı eşiydi o. Birlikte saflık, temizlik, fedakârlık ve başkalarını kendilerine tercih etme gibi erdemlerin hâkim olduğu mutlu bir hayat yaşamışlardı. Fatıma (a.s) onun uğruna ne korkular ve ne zorluklar çekmişti. Göz yaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Sonra yüzünü Resulullah'ın (s.a.a) kabrine çevirdi ve şöyle dedi:

"Benden sana selâm olsun ya Resulallah! Kızından, sevgilinden, gözünün aydınlığından, ziyaretçinden, hemen yanı başındaki yerde yatıp bizden ayrılan, Allah'ın çok çabuk bizden koparıp sana kavuşturduğu ciğerparenden sana selâm olsun. Ya Resulallah! Seçkin kızından dolayı sabrım azaldı, âlemin kadınlarının efendisinin ayrılığı karşısında tahammülüm kalmadı. Fakat senin ayrılığında (zorluklara karşı sabretmedeki senin) sünnetine uymamdır beni teselli eden. Son nefesini göğsümde verirken gözlerini ben kendi ellerimle kapattım ve seni kabrine ben yerleştirdim ve bütün işlerini ben üstlendim."

"Evet, Allah'ın kitabında benim için bu zorlukları kabullenmenin en güzel ifadesi vardır: 'Biz Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz.' Artık emanet iade edildi ve rehine (bedenin tutsağı olan ruh) geri alındı. Zehra'yı kaptırdım. Onun ayrılığından sonra yer ve gök ne çirkindir, [nasıl da toz duman gibi görünür,] ya Resulallah!"

"Hüznüme gelince, sonsuzdur; gecelerimi ise uykusuz geçirmekteyim. Allah, senin şu anda bulunduğun yurda beni de almadıkça bu hüzün yüreğimi terk edecek değildir. Derin bir yara gibi yakıcı bir hüzündür bu. Daima diri ve kavurucu bir kederdir. Allah ne çabuk bizi birbirimizden ayırdı! Şikâyetim Allah'adır. Ümmetinin nasıl üzerime çullandığını kızın sana anlatacaktır. Nasıl onun haklarını çiğnediklerini de. Ona sor, durumu ondan öğren. Göğsünde ne birikmiş öfkeler vardı ki, bunları dışarı atacak bir yol bulamıyordu. O söyleyecek ve hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah da hükmedecektir. Selâm ikinize olsun ya Resulallah! Bu bir veda edenin selâmıdır, bıkkınlık ve sorumluluktan kaçanın selâmı değil. Eğer dönüp gidiyorsam, bunun sebebi usanmışlığım değildir. Şayet burada bekliyorsam, bunun sebebi de Allah'ın sabredenlere vaat ettiği ödülden ümidimi kesmem değildir. Sabır daha güvenli ve daha güzeldir çünkü."

"İstilacıların bize baskın çıkmaları olmasaydı, kabrinin başını mesken edinir, oradan ayrılmazdım. Orada yalnızlığa çekilir ve beklerdim. Oğlunu yitirmiş bir anne gibi, musibetin büyüklüğüne oturur ağlardım. Allah'ın yardımı ve gözetimi altında kızın gizlice defnedildi. Zorbalıkla hakları çiğnendi onun. Herkesin gözü önünde ona kalan mirasa el konuldu. Senin hatırını dinleyen olmadı. Kimse seni aklına bile getirmedi. Allah'adır şikâyetimiz -ya Resulallah-! Sendedir tesellilerin en güzeli -ya Resulallah-! Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun (Fatıma'nın) ve senin üzerine olsun."[285]

11- Cenazeyi Mezardan Çıkarma Girişimi

Sabah olunca insanlar, Hz. Zehra'nın (a.s) cenaze merasimine katılmak üzere Ali'nin (a.s) evine doğru akın ettiler. Bu sırada Resulullah'ın (s.a.a) sevgili kızının geceleyin, kimseye haber verilmeden gizlice defnedildiğini duydular.

İmam Ali (a.s) Bakî mezarlığında yedi veya daha fazla mezarın üzerindeki toprağı düzeltmiş, Fatıma'nın mezarını böylece gizlemişti. Bakî o günden günümüze kadar Medinelilerin defnedile geldiği bir mezarlıktır. Bu yüzden insanlar hemen Bakî mezarlığına yöneldiler. Fatıma'nın mezarını aradılar. Ancak mezarı bulamıyorlardı. Âlemin kadınlarının efendisinin gerçek mezarının hangisi olduğunu belirleyemediler. Bir gürültüdür gidiyordu. Birbirlerini kınamaya başladılar. Şöyle diyorlardı: "Peygamber'inizden (s.a.a) yadigâr olarak size kızı kalmıştı. O, ölünce de yanı başında olmadınız, namazını kılmadınız, üstelik mezarının da nerede olduğunu bilmiyorsunuz." Bazıları şöyle dediler: "Müslüman kadınları çağırın şu toprağı dümdüz edilmiş mezarları açsınlar. Böylece Fatıma'nın (a.s) na'şını çıkarıp namazını kılarız."

Rivayet edilir ki, Ebubekir ve Ömer halk ile beraber Fatıma'nın namazını kılmak için geldiklerinde, Mikdad çıkıp şöyle dedi: "Fatıma'yı dün gece defnettik." Bunun üzerine Ömer Ebubekir'e dönerek, "Sana bunu yapacaklarını söylemedim mi?" dedi. Abbas şöyle dedi: "Fatıma, ikinizin kendisine cenaze namazı kılmamanızı vasiyet etmişti." Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "-Ey Haşimoğulları!- Bize karşı beslediğiniz kadim kıskançlığınızı hiçbir zaman terk etmeyeceksiniz. Bu, içinizdeki kinin bir göstergesidir ki, hiçbir zaman yok olmayacaktır. Allah'a yemin ederim ki, onun kabrini açıp cenazesini çıkaracağım ve namazını kılacağım."[286]

Topluluğun, Fatıma'nın (a.s) mezarını açmaya çalıştığı haberi İmam Ali'ye (a.s) ulaştı. Bunun üzerine savaşlarda giydiği sarı kaftanını giydi. Zülfikâr'ı alarak yola çıktı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Şah damarı öfkesinin şiddetinden kabarmış, çatlayacak gibi olmuştu. Bakî mezarlığına doğru gitti.

Ali'nin Bakî mezarlığına geldiği haberi oradakilere ulaştı. Biri seslendi: "Gördüğünüz gibi bu, Ali b. Ebu Talib'tir geliyor. Allah'a and içiyor ki, eğer şu mezarlardan birinin taşı yerinden oynatılırsa, bu işe ön ayak olanların boyunlarını kılıcıyla vuracak." Bunun üzerine bir adam şöyle dedi: "Ne oluyor sana ey Ebu'l-Hasan! Allah'a yemin ederim ki, onun kabrini açacağız ve na'şını çıkararak namazını kılacağız." Hz. Ali (a.s) adamın yakasından tuttu, silkeledi, sonra tutup yere fırlattı ve dedi ki: "Bana bak, kara kadının oğlu! Ben hilâfet hakkımdan vazgeçtim, çünkü insanların dinden dönmelerinden korktum. Ama Fatıma'nın kabrine gelince, Ali'nin canını elinde tutana andolsun ki, eğer sen ve arkadaşların ondan bir şey atarsanız, şu toprağı sizin kanlarınızla sulayacağım."

Ebubekir atıldı ve "Ey Ebu'l-Hasan! Resulullah ve Fatıma hakkı için onu bırak. Senin istemediğin bir şeyi yapmayacağız." dedi. Bunun üzerine İmam Ali (a.s) adamı bıraktı ve insanlar da dağılıp gittiler.[287]

12- Hz. Fatıma'nın (a.s) Şahadet Tarihi

Hz. Fatıma'nın (a.s) hicrî on birinci senesinde vefat ettiğinde kuşku yok. Çünkü Resulullah (s.a.a) hicrî onuncu senede Veda Haccı'nı yapmış ve on birinci senenin başlarında vefat etmişti. Tarihçiler, Fatıma'nın (a.s), babasının vefatından sonra bir seneden daha az bir süre yaşadığı hususunda görüş birliği içindedirler. Ayrıca onun, babası hayatta iken, gençliğinin baharında ve sağlıklı olduğu da bilinmektedir. Ama vefat ettiği gün ve ay hususunda derin farklılıklar var tarihçiler arasında.

Bazılarından Fatıma'nın (a.s), Resulullah'tan (s.a.a) sonra altı ay daha yaşadığı rivayet edilmiştir. Bazıları, doksan beş gün yaşadığını, bazıları da yetmiş beş gün veya bundan daha az bir süre yaşadığını söylemişlerdir.

Örneğin İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Fatıma (a.s), hicretin on birinci senesinin cemaziyelahir ayının üçüncü gününe denk gelen salı günü vefat etmiştir."[288]

İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Fatıma (a.s) vefat ettiği zaman yaşı, on sekiz yıl, yetmiş beş gündü."

Cabir b. Abdullah el-Ensarî'den şöyle rivayet edilmiştir: "Peygamberimiz (s.a.a) vefat ettiği zaman Fatıma'nın yaşı, on sekiz yıl, yedi aydı."[289]

Ebu'l-Ferec İsfahanî şöyle der: "Fatıma (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) vefatından bir süre sonra vefat etmiştir. Bu sürenin ne kadar olduğu hususunda ihtilâf vardır. En fazla olduğunu söyleyenlere göre altı ay, en az olduğunu söyleyenlere göre de kırk gündür. Fakat İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) gelen sahih bir rivayette Fatıma'nın (a.s) Peygamberimizden (s.a.a) üç ay sonra vefat ettiği belirtilmektedir."[290]

Böylece erdemlerle, örnek menkıbelerle, esasî duruşlarla ve şerefli konum almalarla dolu o görkemli hayat sona erdi. Doğduğu gün, şehit edildiği gün ve diriltileceği gün, Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun.


Hz. Fatıma'NIN (a.s) İLMÎ MİRASI

"İlk Müslümanlar, Resulullah'ın (s.a.a) bütün sözlerini ve fiillerini kaydetmişlerdi. Peygamberimizin (s.a.a) sözlü ve fiilî sünneti, bu ilk kuşaktan ikinci kuşağa ve sonraki kuşaklara aktarılmıştır."[291]

Hiç kuşkusuz, "İlk kuşak Müslümanlar içinde Peygamberimizin söz ve davranışlarını en iyi ve en çok görüp koruyanlar; onunla en çok beraber olan, onunla en yakın ilişkiler içinde olan ve zamanlarının büyük bir kısmını onun yanında geçiren ve başka münasebetlerle sık sık onun yanına girip çıkan kimselerdir."[292]

Buna göre, Peygamberimizin (s.a.a) hayatının son yıllarında Müslüman olan Ebu Hüreyre gibilerindense, ilk günden itibaren Peygamber'in (s.a.a) yanında olan sahabelerin birinci derecede bir rol oynamaları gerekirdi. Oysa hadis kaynakları, Ebu Hüreyre gibi Peygamber'in (s.a.a) hayatının sonlarına doğru Müslüman olan kimselerin rivayetleri ile doludur ve bunlar, Hz. Peygamber'le sınırlı bir ilişkileri olduğu hâlde, Peygamber'in (s.a.a) sözlü ve fiilî sünnetinin başta gelen kaynakları olarak kabul görmüşlerdir. Bu yüzden objektif araştırmacılar, her zaman bu gibi kimselerin rivayetlerine kuşkuyla bakmışlar, onlardan ellerinden geldiğince uzak durmuşlar. Aynı şekilde, peygamber olarak görevlendirildiğinin ilk gününden vefat ettiği güne kadar Resulullah'tan (s.a.a) ayrılmayan, özellikle Hz. Peygamber'in yanında özel bir yeri olan Ali (a.s) ve diğer bazı seçkin sahabelerden de binlerce hadisin rivayet edilmiş olmasını kimse garipsemez, yadırgamaz. Fakat nedense hadis kaynaklarında, Peygamber'in (s.a.a) hayatının son üç yılında yanında bulunan kimselerden aktarılan rivayetlerle mukayese ettiğimiz zaman, Ali (a.s) gibilerinden aktarılan hadislerin miktarı son derece az kalıyor.[293]

"Nitekim Şia kaynaklarında 'Fatıma Mushafı'ndan söz edilmesini de yadırgamamamız gerekir. Bu Mushaf ki, Ehl-i Beyt İmamları'ndan (hepsine selâm olsun) gelen rivayetlerde zikredilmiştir.[294] Çünkü Hz. Zehra (a.s) hayatı boyunca babasından hiç ayrılmamıştı. Babasını sürekli gözetliyor, hizmetini görüyor; sözlerini, hadislerini, verdiği haberleri ve konuşmalarını dinliyordu ki, amcasının oğlu Ali'yi (a.s) istisna edersek, başka hiç kimsenin böyle bir şansı ve imkânı yoktu."[295]

Hâl böyleyken, Hafız Suyutî'nin, "Fatıma'nın (s.a) rivayet ettiği hadislerin toplamı onu geçmez." dediğini ve Hafız Bedehşanî'nin, "Fatıma'dan rivayet edilen hadisler on sekiz tanedir." dediğini duyduğun zaman, bunu tuhaf karşılamaz mısın? Bu arada Aişe'den iki binin üzerinde hadisin rivayet edildiğini gözünüzün önüne getirin! Oysa Aişe, ancak hicretten sonra Peygamberimizle (s.a.a) beraber olmuştur ve bu da on seneden daha az bir süredir. Buna karşılık Hz. Zehra (a.s), rivayetlerde belirtilen en az süreyi esas alsak bile on sekiz, rivayetlerdeki en fazla süreyi esas alsak, yirmi sekiz yıl babasıyla beraber olmuştur.

Üstad Tevfik Ebu İlm bizzat bu noktaya parmak basarak şunları söylüyor: "Hz. Fatıma (a.s), babasından birçok hadis duymuştu. Bazen bizzat babası söylediklerini yazmasını emrediyordu. Oğulları Hasan ile Hüseyin ve babaları Ali ile torunu Fatıma bint-i Hüseyin (mürsel olarak); ayrıca Aişe, Ümmü Seleme, Enes b. Malik ve Selma Ümmü Rafi' (Allah onlardan razı olsun) ondan hadis almışlardı. Bunun yanında birçok Kur'ân ilmini de öğrenmişti. Geçmiş şeriatlara dair bilgisi de oldukça genişti. Okuma yazma biliyordu. Allah, onu ilimle diğerlerinden ayrıcalıklı kıldı. [Fatıma, ayrıcalığa sahip olan demektir.] Babası Allah'ın elçisiydi ve dinî hususlarda ona yol gösterecek, dünya işlerini daha kolay çözmesine yardım edecek şeyleri sayfalara yazdırıyordu. Çünkü Fatıma (a.s), Allah'tan korkup sakınan ve Allah'ın eğitip öğrettiği Ehl-i Beyt'in bir ferdiydi."[296]

Fatıma Mushafı

Hz. Zehra (a.s), tam bir ilim ve takva eğitilmişi, örneğiydi. Bu iki alanda da geniş bir birikime ve yetkinliğe sahipti. Doğrudan Resulullah'tan (s.a.a), hüküm, adap, ahlâk ve Ehl-i Beyt'in fazileti ile ilgili olarak rivayet ettiği hadisler bunun en somut örnekleridir. Birçok müellif, ondan rivayet edilen hadisleri "Müsned-i Fatımatü'z-Zehra" adı altında toplamıştır. Bunların başında Suyutî (ölm: H. 911) gelir. İkincisi, Seyyid Hüseyin Şeyhu'l-İslâmî Tuyserkanî'dir ki, Hz. Fatıma'nın (a.s) Peygamberimizden (s.a.a) rivayet ettiği ve Fatıma'nın (a.s) Resulullah (s.a.a) ile ilgili toplam 260 hadisini toplamıştır. Üçüncüsü, Şeyh Azizullah Atarudî; dördüncüsü de, Şeyh Ahmed Rahmanî el-Hemedanî'dir ki, "Fatımatü'z-Zehra Behcet-u Kalbi'l-Mustafa" adlı eserinde Şiî ve Sünnî kaynaklarda Fatıma'dan (a.s) nakledilen 84 hadisi toplamıştır.

Bu noktada, Seyyid Haşim Maruf el-Hasanî'nin, rivayetlerde zikredilen "Fatıma Mushafı" hakkında yazdıklarına göz atmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Yazar bu eserinde Fatıma'nın (a.s) ilminin genişliğini; Allah, Resulullah (s.a.a) ve Resulullah'ın Ehl-i Beyti nezdindeki faziletini uzun uzun anlatır. Allah ondan razı olsun, şöyle der: "Durum böyle olunca, Hz. Fatıma Efendimizin (a.s), Hz. Peygamber'den (s.a.a) ve kocasından şeriatla, ahlâk ve adapla, gelecekte meydana gelecek olaylarla ve alt üst oluşlarla ilgili olarak duyduklarını bir yerde toplaması yadırganacak bir şey değildir. Nitekim evlâtları olan Ehl-i Beyt İmamları da Fatıma'dan (a.s) kalan mirasın içinde bu Mushaf'ı da birbirinden miras almışlardır."[297]

Fatıma Müsnedi'nden Seçme Örnekler

a) İlme ve Sünnetin Tedvinine Verdiği Önem

1- İmam Hasan Askerî (a.s) şöyle buyuruyor:

Bir kadın Hz. Sıddıka Fatımatü'z-Zehra'nın (a.s) yanına geldi ve şöyle dedi: "Zayıf, güçsüz bir annem var. Namazı ile ilgili olarak kafasını kurcalayan bir şey var. Sana sormam için beni gönderdi." Fatıma (a.s) sorusuna cevap verdi. Kadın ikinci bir soru sordu, Fatıma cevapladı. Üçüncü bir soru sordu, yine cevapladı. Kadın böylece on kadar soru sordu ve Fatıma her seferinde cevap verdi. Sonra kadın çok soru sorduğu için utandı ve şöyle dedi: "Seni daha fazla yormayayım, ey Resulullah'ın kızı!" Fatıma şöyle dedi: "Her ne zaman bir şeyi öğrenmek istersen gel ve bana sor. Yüz bin dinar altın karşılığında ağır bir yükü dam sütüne çıkarmak için kiralanan biri, hiç yorgunluk hisseder mi?" Kadın, "Hayır." dedi. Fatıma (a.s) buyurdu ki: "Senin sorduğun her bir soruya karşılık ben, yerle Arş arası dolu mercandan daha fazla ödül alıyorum Allah katında. Babamın (s.a.a) şöyle dediğini duydum:

"Bizim Şiamızın âlimleri haşredildikleri zaman, ilimlerinin ve Allah'ın kullarına doğruyu göstermek için sarf ettikleri çabalarının çokluğu oranında üzerlerine keramet giysileri giydirilir. Öyle ki, bunlardan bazısına nurdan bir milyon giysi giydirilmiş olur. Sonra yüce Rabbimizin münadisi şöyle seslenir: 'Ey Âl-i Muhammed'in (s.a.a) yetimlerinin bakımını üstlenenler ve aynı zamanda imamları da olan babalarından ayrıldıkları zaman onları hayırla anan ve fakirlikten kurtaranlara! İşte bunlar sizin öğrencilerinizdirler, bakımlarını üstlendiğiniz ve iyilikle andığınız kimselerdir. Bunlara dünyadaki ilim giysilerini giydirin…' Böylece bu yetimlere, onlardan aldıkları ilim miktarınca nurdan giysi giydirilir. Hatta bunlardan -yetimlerden- bazısı, yüz bin giysi kadar giyer. Sonra bu yetimler de ilim öğrendikleri kimselere nurdan giysiler giydirirler. Sonra yüce Allah şöyle der: 'Yetimlerin bakımını üstlenen bu âlimlere bir kez daha nurdan giysiler giydirin ki, giysileri tamamlansın ve fazlasıyla artsın.' Böylece üzerlerine giydirilmeden önce onlar için öngörülen giysiler tamamlanır ve katlanarak fazlasıyla verilir. Aynı şekilde kendilerinden sonra gelenlere giysiler giydiren bu yetimler için de geçerlidir."

Sonra Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulu! Bu giysilerin bir teli güneşin bir milyon kere ve daha fazla üzerine doğduğu bütün şeylerden daha üstündür. Çünkü güneşin üzerine doğduğu şeylerde eksiklik ve karışıklık vardır."[298]

2- İbn Mes'ud'dan şöyle rivayet edilir:

Bir adam Fatıma'nın (a.s) yanına geldi ve dedi ki: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) kızı! Acaba Resulullah'ın (s.a.a) sana bırakıp da bana gösterebileceğin bir şey var mı yanında?" Fatıma, "Ey Cariye! O ipek kumaşı bana getir." Cariye aradı fakat bulamadı. Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Onu bul, çünkü benim nazarımda Hasan ve Hüseyin'e denktir." Cariye tekrar aradı, süpürüp çöplüğe attığını gördü. Bu kumaşın üzerinde şöyle yazılıydı: "Peygamber Muhammed dedi ki: Bir kimsenin komşusu onun eziyetinden emin değilse o kimse mümin değildir. Bir kimse Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun. Allah hayırsever, ağırbaşlı ve iffetli kimseyi sever; küfürbaz, cimri ve yüzsüz dilencileri sevmez. Hayâ imandandır. İman da cennettedir. Küfür (sövmek) hayâsızlıktan kaynaklanır. Hayâsızlık da ateştedir."[299]

b) Ehl-i Beyt'i Tanıtması

1- Hz. Fatıma'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.a) ona hitaben der ki: "Seni, Müslümanların ilkiyle ve ilim bakımından en büyüğüyle evlendirmeme razı değil misin? Şüphesiz Meryem, kavminin kadınlarının efendisi olduğu gibi, sen de dünya kadınlarının efendisisin."[300]

2- Yezid, Abdulmelik en-Nefeli'den, o babasından, o da dedesinden şöyle rivayet eder: "Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'nın evine gittim. İlkönce o selâm vererek söze başladı ve dedi ki: Babam hayattayken şöyle demişti: Kim üç gün bana ve sana selâm verirse, ona cennet vardır." Ravi der ki: "Fatıma'ya (a.s) dedim ki: 'Bu durum, onun ve senin hayatta olduğunuz dönem için mi geçerlidir, yoksa sizin ölümünüzden sonra da geçerli midir?' Dedi ki: Hem biz yaşarken, hem de biz öldükten sonra geçerlidir."[301]

3- Hz. Fatıma (r.a) şöyle der: "Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanına geldim ve 'Selâm üzerine olsun, ey babacığım!' dedim. Buyurdu ki: 'Selâm senin de üzerine olsun, kızım!' Dedim ki: Allah'a yemin ederim ki, ey Allah'ın Peygamber'i (s.a.a) Ali'nin evinde bir yemek tanesi dahi sabahlamamıştır. Beş günden beri ağzından bir yiyecek geçmemiştir. Koyunu ve devesi de yoktur. Evinde yiyecek ve içecek hiçbir şey yoktur."

"Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle dedi: 'Yaklaş bana.' Yaklaştım. Dedi ki: 'Elini elbisemin içinde sırtıma götür.' Baktım, Peygamber'in omuzlarının arasında göğsüne bağlanmış bir taş var."

Bunu gören Fatıma feryat eder. Peygamber (s.a.a) ona şöyle der: "Bir aydan beri Muhammed'in ailesinin evlerinde yemek pişirmek için ateş yanmamıştır."

Sonra Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle der: "O, Hayber'in kapısını kaldırırken yirmi küsur yaşındaydı. Bu kapıyı elli kişi yerinden kaldıramamıştı."

Bu sözü duyan Fatıma'nın yüzü parladı, sonra Ali'nin yanına geldi. Birden ev Fatıma'nın yüzünün nuruyla aydınlandı. Ali ona şöyle dedi: "Ey Muhammed'in kızı! Sen buradan giderken yüzün böyle parlamıyordu?" Dedi ki: "Hz. Peygamber (s.a.a) bana senin faziletini anlattı. Bu yüzden bir an önce gelip sana anlatmak için kendimi tutamadım."[302]

4- Esma bint-i Umeys, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) rivayet eder: "Bir gün Resulullah (s.a.a) bana gelerek dedi ki: 'Nerede oğullarım, Hasan ve Hüseyin?' Fatıma dedi ki: 'Sabahleyin uyandığımızda, evimizde tadılacak hiçbir şey yoktu. Biz yine de Allah'a hamd ediyoruz. Fakat Ali dedi ki': Onları götüreyim. Çünkü açlıktan dolayı senin yanında ağlamalarından korkuyorum ki, senin de onlara verecek bir şeyin yok.' Ali onları bir Yahudi'nin yanına götürdü.' Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) gittikleri yere yöneldi. Hasan ve Hüseyin'in bir su başında oynadıklarını gördü. Ellerinde bir hurma artığı vardı. Resulullah (s.a.a) dedi ki: 'Ya Ali! Sıcaklık iyice kızışmadan oğullarımı geri getirsen olmaz mı?' Ali dedi ki: 'Sabah kalktığımızda evimizde hiçbir şey yoktu. Ya Resulallah! Biraz otursan, ben de Fatıma için bir miktar hurma toplasam olmaz mı?' Resulullah (s.a.a) oturdu. Ali (a.s) bir hurma tanesine karşılık bir kova hurma toplamak üzere Yahudi'nin hurma ağaçlarını silkeliyordu. Nihayet bir miktar hurma topladı. Resulullah (s.a.a) ve Ali (a.s) hurmaları alıp gittiler."[303]

Hz. Fatıma (a.s), babasından birçok hadis aldı. Bunların bir kısmını dinlemiş, bir kısmını da bizzat babası ona yazdırmıştı. Nitekim oğulları Hasan ve Hüseyin, kocası Ali, torunu Fatıma bint-i Hüseyin -mürsel olarak-, Aişe, Ümmü Seleme, Enes b. Malik, Selma Ümmü Rafi' -Allah onlardan razı olsun- ondan bu hadisleri nakletmişlerdir.[304]

5- Hz. Fatıma'dan (a.s) rivayet edilen uzun bir hadis kapsamında şöyle diyor: "Ya Resulallah! Selman benim elbisemi görüp şaşırdı. Seni hak üzere peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, benim ve Ali'nin beş seneden beri bir koç postundan başka bir şeyimiz yoktur. Gündüzleri onun üstünde devemize yemini veriyoruz, geceleri de döşek yapıp üstünde uyuyoruz. Yastığımız deridir ve içini hurma lifiyle doldurmuşuz." Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Selman! Hiç şüphesiz benim kızım, en öndeki kafilenin içindedir."[305]

6- Ali'nin kızı Zeynep, Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) dedi ki: Ey Ali! Sen ve Şian, cennettesiniz."[306]

7- Fatıma'dan (a.s) rivayet edilir ki, bir gün Resulullah'ın (s.a.a) yanına gider. Resulullah (s.a.a) oturması için bir elbise serer ve şöyle der: "Üzerine otur." Sonra Hasan gelir, ona da, "Annenin yanına otur." der. Arkasından Hüseyin gelir, ona da, "Onların yanına otur." der. Sonra Ali gelir, ona da, "Onların yanına otur." der. Sonra Peygamber (s.a.a) örtünün uçlarından tutar, onlara iyice sarar ve der ki: "Allah'ım! Onlar benden, ben de onlardanım. Allah'ım! Ben onlardan razı olduğum gibi, sen de onlardan razı ol."[307]

8- Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Resulullah (s.a.a) bana dedi ki: Sana bir müjde vereyim mi? Allah cennette bir velisinin eşine armağan sunmak istediği zaman, sana birini gönderir ki, ona ziynetinden gönderesin."[308]

9- İmam Rıza babası Musa b. Cafer'den, o babası Cafer b. Muhammed'den, o babası Muhammed b. Ali'den, o babası Ali b. Hüseyin'den, o babası Hüseyin'den, o da Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma'dan (a.s) rivayet eder ki: "Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir. Ben kimin imamıysam, Ali de onun imamıdır."[309]

10- Seyyid Muhammed el-Gumarî eş-Şafiî kendi kitabında, Fatıma bint-i Hüseyin er-Razavî'den, o Fatıma bint-i Muhammed er-Razavî'den, o Fatıma bint-i İbrahim er-Razavî'den, o Fatıma bint-i Hasan er-Razavî'den, o Fatıma bint-i Muhammed el-Musavî'den, o Fatıma bint-i Abdullah el-Alevî'den, o Fatıma bint-i Hasan el-Hüseynî'den, o Fatıma bint-i Ebî Haşim el-Hüseynî'den, o Fatıma bint-i Muhammed b. Ahmed b. Musa el-Muberka'dan, o Fatıma bint-i Ahmed b. Musa el-Muberka'dan, o Fatıma bint-i Musa el-Muberka'dan, o Fatıma bint-i'l-İmam Ebi'l-Hasan er-Rıza'dan (a.s), o Fatıma bint-i Musa b. Cafer'den (a.s), o Fatıma bint-i Cafer b. Muhammed es-Sadık'tan (a.s), o Fatıma bint-i Muhammed b. Ali el-Bâkır'dan (a.s), o Fatıma bint-i Seccad Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'den (a.s), o Fatıma bint-i Ebî Abdullah Hüseyin'den, o Zeyneb bint-i Emirü'l-Müminin'den (a.s), o Fatıma bint-i Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet eder: "Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: Haberiniz olsun! Kim Muhammed'in Ehl-i Beyti'ni seviyorken ölürse, şehit olarak ölür."[310]

11- Harise b. Kudame rivayet eder: Bana Selman anlattı ki, Ammar ona şöyle demiş: "Sana acayip bir olayı anlatayım mı?" "Anlat, ey Ammar!" dedim. "Evet." dedi, "Bir gün Ali b. Ebu Talib'in (a.s) Fatıma'nın (a.s) yanına gittiğini gördüm. Fatıma (a.s) onu görünce seslendi: 'Yaklaş, bugüne kadar olanı, olacakları ve kıyamete kadar olmayacakları anlatayım.' Ammar der ki: "Baktım, Emirü'l-Müminin (a.s) geri dönüp geliyor. Onun dönmesiyle ben de döndüm. Baktım, Resulullah'ın (s.a.a) yanına gitti. Resulullah (s.a.a) ona dedi ki: 'Yaklaş, ey Ebu'l-Hasan!' Ali yaklaştı. Oturunca, dedi ki: 'Sen mi anlatacaksın, yoksa ben mi anlatayım?' Dedi ki: 'Senin anlatman daha iyidir ya Resulallah!' Dedi ki: 'Bana öyle geliyor ki, sen Fatıma'nın yanına gittin, o da sana şöyle şöyle anlattı ve sen de geri döndün.' Ali (a.s) şöyle dedi: 'Fatıma'nın nuru bizim nurumuzdan mıdır?' Buyurdu ki: 'Bunu bilmiyor muydun?" Bunun üzerine Ali Allah'a şükür maksadıyla secdeye kapandı."

Ammar der ki: "Emirü'l-Müminin (a.s) dışarı çıktı, ben de onunla birlikte dışarı çıktım. Fatıma'nın (a.s) yanına gitti, ben de onunla birlikte eve girdim. Fatıma şöyle dedi: 'Bana öyle geliyor ki, sen babamın yanına döndün, benim sana söylediklerimi ona anlattın?' 'Evet, öyle yaptım ey Fatıma!' Fatıma dedi ki: Bil ki, ey Ebu'l-Hasan! Yüce Allah benim nurumu yarattı. Benim nurum yüce Allah'ı tesbih ediyordu. Sonra onu cennetteki ağaçlardan birine koydu. Ağaç benim nurumdan parlamaya başladı. Babam cennete girince, Allah ona vahyetti ki, o ağacın meyvesinden kopar ve ye. Babam söyleneni yaptı. Böylece Allah beni babamın sulbüne yerleştirdi. Sonra beni Hatice bint-i Huveylid'e emanet etti ve o da beni doğurup dünyaya getirdi. İşte ben o nurdanım. Bu güne kadar olanları ve olacakları ve olmayanları bilirim. Ey Ebu'l-Hasan! Mümin Allah'ın nuruyla bakar."[311]

12- Ebu Tufeyl, Ebuzer'in (r.a) şöyle dediğini anlatır: Fatıma'nın (a.s) şöyle dediğini duydum: "Babama, 'A'raf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır.'[312] ayetini (s.a.a) sordum. Buyurdu ki: Onlar, benden sonraki imamlardır: Ali, iki torunum ve Hüseyin'in soyundan gelen dokuz kişi. Onlar Araf'taki adamlardır. Onların tanıdıkları ve onları tanıyan kimselerden başkası cennete giremez. Onların tanımadıkları ve onları tanımayan, inkâr eden kimselerden başkası da cehenneme girmez. Allah, ancak onları tanımanın yoluyla tanınır, bilinir."

13- Sa'd es-Saidî babasından şöyle rivayet eder: "Fatıma'ya (a.s) imamlar hakkında bir soru sordum. Dedi ki: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: Benden sonraki imamların sayısı, İsrailoğulları'ndan seçilen nakiplerin sayısı kadardır."[313]

 

Back Index Next