0-02   2-25   25-46    46-67    67-106    106-137    137-166

10. Bölüm

Secde Eden Yapayalnız...

Çocuklardan sonra beni en çok kahreden, İmamın (a.s) yiğit kardeşi Abbas'ın hâliydi... Kerbelâ'nın eşsiz kahramanı Ebu'l Fazl Abbas...

Aliekber'in canından çok sevdiği biricik amcası...

Amcaları içinde Hz. İmam Hasan'dan (a.s) sonra, Ebu'l Fazl Abbas'a apayrı bir düşkünlüğü vardı Aliek-ber'in...

Onun da Aliekber'e...

Bu amcayla yeğen, vurgunlardı birbirlerine.

Onlar kadar birbirine düşkün, onlar kadar birbirini seven amca-yeğen görmedim ben...

Ali'yi pek ama pek severdi Abbas...

Ve şimdi biraz ötede durmuş, etrafımı saran kadınlara bakıyor yaşlı gözlerle...

Ayaklarıma sarılıp; "Ukab! Ağabeyim nerede?" diye diller döken Rukayye'yle Sakine'ye baktıkça dudak-larını ısırıyor Abbas.

Bir elini yüzüne tutsa da...

Ağladığını kimselerin bilmesini istemese de...

Ben görüyorum gözyaşlarını onun...

"Ali'm!" diye haykıran kardeşi Zeyneb'e baktıkça, ölüyor Abbas...

"Ağabey!" diye ağlayan küçük Rukayye'yle Saki-ne'yi duydukça, ölüp ölüp diriliyor Abbas...

İmamının, canından çok sevdiği ağabeyi İmam Hüseyin'in (a.s) ufuklara daldığını gördükçe, can veriyor Abbas...

Kadınları bir kenara itip bana sarılmak istiyor, biliyorum...

O güçlü kollarını boynuma dolayıp kanlı yelemi okşamak, doyasıya gözlerimi öpüp koklamak istiyor, biliyorum...

Ama yapmıyor...

Yapamıyor...

Ali'den sonra kimi var artık İmamın (a.s) Abbas'-tan başka?...

Duygularına hakim olmak zorunda, biliyorum...

Duygu değil, fırtınalar kopuyor Abbas'ın kan ağlayan yüreğinde, biliyorum.

Var gücüyle haykırmak istediğini, sinesinde güç-belâ tuttuğu volkanını püskürtmek istediğini, dövüne dövüne doyasıya ağlamak istediğini biliyorum...

Ama o, gerçek anlamda bir irade ve azim timsalidir de aynı zamanda.

Bunu karşımızdaki düşmanlar bile bilir...

Onun irade, azim ve ruhundaki gücün, pazılarındaki o acı kuvvetten kat kat fazla olduğunu bilmeyen yoktur.

Hem... O da ağlayıp kendisini koyuverecek olsa, kim kalır yasa batmış olan bağrı yanık bunca mazluma teselli verecek?

Kim kalır diğerlerini sakinleştirecek?

Kim kalır yürekleri eriyip, zerreye dönüşen bunca kadınla çocuğa yürek verecek...

Bu nedenledir ki, ağlamıyor Abbas...

Gayr-i ihtiyari gözlerine hücum eden volkan misali damlaları da gizleyiveriyor herkesten...

Kadınlar ağlayarak içlerini boşaltabiliyorlar en azından...

Dilediklerince ağıtlar yakıp, gözyaşları dökerek ha-fifletebiliyorlar kan ağlayan yüreklerini...

Ya Abbas? Herkese teselli oluyor o...

Ağlamıyor bu yüzden...

Onun içinden geçenleri bilseler kadınlar, beni bırakıp Abbas'ın etrafını saracak, onunla ağlaşmaya baş-layacaklar...

Onun Ali'sine yaktığı sessiz ağıtları duysa aklı başından gidecek Zeyneb'in, ruhu bedeninden sıyrılıp uçacak minik Rukayye'yle Sakine'nin...

Bu yüzdendir ki, susuyor Abbas...

Kan ağlayan yüreğini güçlü avuçlarına alıp sıkıyor sanki...

Aliekber'i kaybetseler de Abbas'la teselli buluyor Ehlibeyt çünkü.

Bu yaralı yüreklerin merhemi Abbas'tır şimdi...

Çocuklar, Abbas amcalarının kollarına atılınca rahatlıyorlar. Onun ve İmamın sakin hâli herkese sükun bahşediyor.

Abbas, ağabeyi İmam Hüseyin'in (a.s) hem sağ kolu, hem sol kolu olması gerektiğini biliyor şimdi...

İmamının (a.s) gücü, sırtını dayayabileceği dayanağıdır artık o...

Ehlibeyt'in çadırının direği, yaşlı gözlerin aydınlığı, yaslı yüreklerin dinginliğidir artık o...

Bu nedenledir ki, ruhumu yakıp kül etmede Ab-bas'ın o hâli. İşi çok zor onun çünkü...

Hem ağlamaması, hem ağlayanları sakinleştirip moral vermesi gerekiyor. Kendi içiyse paramparça...

Kendi yüreğiyse kan dolu...

Güçlü kollarıyla sarıyor Kerbelâ yetimlerini.

Gücü bir yana, Ali'siyle birlikte onun da ruhu bedeninden ayrıldığı hâlde, nereden alıyor bunca gücü Abbas?

Ne dersin Leyla? İmamdan (a.s) mı? Haklısın. Ali-ekber'in de bütün gücünü İmamdan (a.s) aldığına göz-lerimle şahit oldum ben.

Ve şimdi Abbas ne kadar da mazlum...

Kamer-i Benî Hâşim; Haşimoğullarının parlak ayı.

Sakka-yı Kerbelâ; Kerbelâ'nın sucusu!

Yaralı yüreğine, bükülmez bileğine, kurban olunası yiğitler yiğidi, edep ve mertlik timsali vefakâr Ab-bas...

Gözyaşlarını o silmede herkesin, Ali'nin kor ettiği yüreklere onun sükun dolu bakışları teselli vermede ama. Ya ona? Onu kim teselli verecek şimdi?

İmamdan (a.s) başka kimi kaldı Abbas'ın? Ağabeyi Hüseyin'den (a.s) başka kimi var şimdi onun?

Ah Leyla! Hâlâ yaşıyor olmama bunca kahretmemiştim hiç! Aliekber'siz neye yararım ben?

Ondan sonra yaşayıp da ne yapacağım sanki?

Yelemi okşama Leyla, teselli etmeye çalışma beni.

Tadını boğazından okladılar hayatımın...

Tuzunu kaçırdılar yaşamımın...

Yaralarımı tımar etme artık, n'olur...

N'olur iyileştirmeye çalışma beni Leyla...

Hafiflemek İstiyorum Artık...

Ali dün sırtımdaydı...

Onu bu kadar neşeli görmemiştim hiç!

Bir solukta Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanına vardık.

Beni neşeli binicimle birlikte görünce, nasıl sevindi bir bilsen...

Mübarek elleriyle yelemi okşadı.

Yelem kanlıydı...

Birden, Ali'nin karşımda durduğunu gördüm.

"Gel Ukab!" diyordu, "Gel artık vefakâr dostum be-nim...!"

Yanında dedesi Hz. Ali'yle (a.s) ninesi Hz. Fatıma (a.s) vardı.

Kollarını Aliekber'in boynuna dolamış, gülümseyerek bana bakıyorlardı.

"Aliekber seni pek seviyor Ukab!" dedi Hz. Ali (a.s) ve Resulullah da (s.a.a) katıldı onlara: "Gel Ukab, hepimiz özledik seni, gel artık!"

Ne kadar güzel bir rüyaydı, Allah'ım!

Evet...

Hayatımın son gecesi bu Leyla...

Boşuna tımar etme yaralarımı.

Sevgili Ali'nin tek yadigârı olduğumdan beni kaybetmek istemediğini biliyorum.

Yelemi okşayıp sırtımı sıvazladıkça, bir nebze de olsa içinin ferahladığını biliyorum

Biliyorum ki, benim yaralarımla birlikte senin yaraların da biraz iyileşmiş olacak...

Yaralarıma sürdüğün merhemlerin kendi yüreğine de damla damla su serptiğini biliyorum.

Ama ben gidiyorum artık Leyla...

Vefamı ispatlamalıyım beni çağıranlara...

Hepsini de canımdan çok seviyorum çünkü... Hepsi de; "Gel artık!" dediler bana rüyamda...

Bugün bütün dertlerim son bulacak.

Acılarım dinecek...

Yaralarım artık kapanacak...

Bu ağır ve yaralı gövdemi toprağa bırakıp, yücelere kanatlanacağım bugün...

Kuşlar gibi hafifleyivereceğim bir anda...

Ağlama n'olur...

Tebessüm et Leyla...

Aliekber'e gidiyorum ben...

"Vedalaşırken annen ağlıyordu." diyemem ki ona!

Ağlama öyle, n'olur...

Bugün şu küçük bahçe biraz genişlemiş olacak benim gidişimle.

Sana her gün teselli vermeye gelen Haşimoğulla-rının kadınları da, yarından itibaren kınamayacak artık seni.

"İmam Hüseyin'in (a.s) eşi, Aliekber'in annesi Ley-la aklını kaçırmış!" diyemeyecekler artık...

"Zavallı Leyla cinnet geçiriyor... Oğlunun ölmek üzere olan atının yanı başına oturup, saatlerce konuşuyor onunla, karşılıklı ağlıyorlar ikisi de!" diyemeyecek-ler artık.

"Zavallı hayvan zaten ölmek üzere! Ama Leyla ha bire yaralarını sarıp tımar ediyor, son nefeslerini veren hayvancağızı iyileştirmeye çalışıyor boşuna!" diye acıyarak bakmayacaklar sana artık.

Onların sana; "Çıldırmış zavallı" dediklerini ve acıyan gözlerle baktıklarını fark etmediğimi mi sanıyorsun? Ben bir atım; ama varlık âleminin en üstün yaratıklarını sırtımda taşıdım ben.

Ashab-ı Kehf'in köpeği Kıtmir'in nasıl manevî bir makama ulaştığını bilirsin...

Ne Peygamberini ve İmamını tanıyan benim o köpekten eksik tarafım var, ne de Hz. Peygamberle (s. a.a) İmam Ali'nin (a.s), İmam Hasan (a.s), İmam Hüseyin (a.s) ve Aliekber'in (a.s) o gençlerle kıyaslanabilecek bir yanı.

Benim 110 yıldır bizzat menzilinde yaşadığım yolun başlangıcındaydı daha onlar...

Fahr-i kâinat hazretleri Muhammed-i Mustafa'nın (s.a.a) munisiydim ben...

Ondan sonra da onun öz be öz kendi evlâtlarının...

Ve derken... Teşabühünde hiç hata olmayan, ceddi Resulullah'ın (s.a.a) emsalsiz aynası Aliekber'in...

Ama, Ashab-ı Kehf'le çok benzer yanları var Ker-belâ Kervanının...

Onlar gibi Haşimoğullarının gençleri de yapayalnız kalıverdiler gurbet ellerde... Binlerce düşmana karşı tek başına!...

Müşriklerden kaçarken yine müşriklere müptelâ o-lan, onların biatlerine rağmen yine onların kılıçlarıyla can veren Kerbelâ mazlumları... Ahdine vefa etmeyen, biatini bozan, İmamını öldüren sadakatsiz ümmetin kurbanı Kerbelâ mazlumları...

Gurbetteki garipliklerindendi belki de kim bilir... Belki de kıyamlarının gurbetindendi bu benzerlik...

Bu yüzdendi belki de, İmam Hüseyin'in (a.s) mızrağa takılan kesik başının Kehf Suresini tilâvet ediyor olması:

"Yoksa sen, Ashab-ı Kehf ve Rakîm'i bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?... Onlar, Rablerine inanmış gençlerdi ve biz de onların hidayetlerini artırmıştık... Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbi'miz, göklerin ve yerin Rab-bidir, biz ilâh olarak O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız!... Şunlar bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilâh edindiler..." [1]

Evet Leyla, "Ukab böyle şeyleri bilmez." deme!

Bizim birçok şeyi insanlardan daha iyi idrak ettiğimizi bilmez misin? Birçok konuda onları geride bıraktığımızı görmez misin?

Kerbelâ'da; önce İmama (a.s) biat mektupları gönderdiği hâlde, sonra biatini çiğneyip, İmamına kılıç çeken ve kendi ahdine ve dinine ihanet ederek "Peygamberin halifesi" adına "Peygamberin ailesini kılıçtan geçiren" ve "Müslüman"lık iddiasında da bulunan ve o vefa ve sadakat yoksunu sefiller güruhunda, benim veya Ashab-ı Kehf'in köpeği Kıtmir'in vefa ve sadakatimizin zerresinin bulunduğunu kim söyleyebilir?

Nefislerinin ve şeytanın bineği olan o alçaklar güruhuyla, Allah Resulü (s.a.a) ve nurlu oğullarının (a.s) bineği olan beni, hangi vicdan ve akıl kıyaslayabilir?

Rabb-ul âlemîn hazretlerinin (c.c) her şeyi vesilelerle mümkün kıldığını ve bizi de birer vesile olarak yarattığını kaç kişi bilir? Kaç kişi inanıyordur bildiği gerçeklere?!

Dünkü olayı hatırlasana! Devesiyle bizim evin yanından geçen bir adam senin ağladığını duyunca, durup yere iniyor ve "Leyla'nın öldürülen kocasıyla oğluna ağladığını" öğrenerek devesine binip yoluna devam ediyor.

İnsanlar bu kadarını bilebildiler işte. Ama hepsi bu değildi... O deveyi tanıyordum ben!

Eğer o durup da yere çökmeseydi, sırtındaki o adam da diğer nicesi gibi gelip geçecek ve duyduğu ağlama sesini, çarşı pazardan gelen nice seslerden birine benzeterek uzaklaşıp gidecekti.

O deveyi Kerbelâ'da da gördüm ben...

Düşman ordusunun saflarında gem vurulmuş, dizginlenmişti.

Sa'd oğlu Ömer'le İmam (a.s) müzakere ederken o bana yaklaşmış ve; "İmamın saflarına geçmek, ona sığınmak, İmama iltica etmek istiyorum!" demişti.

Bu işin sonunu tahmin ettiğimden; "İmamın (a.s) küçük çocuklarının bile sığınağı yok! Sen bulunduğun yerde elinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalış!" de-dim.

Dün bizim duvarın yanında yere çökünce, her şeyi anlattı bana.

Sözünü tutmuş ve gerçekten elinden gelen her şeyi yapmış kendi saflarında!

Sırtına kimsenin binmesine izin vermemiş!

"İmam Hüseyin bu!" demiş, "Hz. Peygamber efendimizin evlâdı! Ona kılıç çekeni sırtıma almam ben!" demiş!

İyice huysuzluk etmiş.

Bunun üzerine Sa'd oğlu Ömer'in yakın adamlarından olan o yörenin tanınmış usta süvarisi Esbağ b. Şeys, onu ehlileştirebilmek için sırtına sıçrayıvermiş; ama o, Esbağ'ı bir çırpıda beyni üzerinde yere savurarak gemi azıya alıp, süratle düşman ordusunun ortasına dalmış, önüne geleni ezip geçmiş, ısırmış, tekmelemiş... Birçok insanı böylece saf dışı bıraktıktan sonra Medine'nin yolunu tutup, çölü tek başına geçmiş ve birkaç gün sonra Medine'ye varmış!

Oğlunun atıyla konuştuğun ve bir atla dert ortağı olduğun için seni kınayan o alaycı ve akılsız insanların hangisi anlayabildi bu gerçeği?

Hem... Benimle dert ortağı olmasan, sen de bilme-yecektin bunları Leyla...

Sen de anlayamayacaktın bu olup bitenleri...

Tıpkı o deveyi Medine'de süvarisiz görüp de; "Hay-vancağız ürkmüştür mutlaka!" diye bilgiç tavırlarla başını sallayan Medineliler gibi...

Ağla... Sen de Ağla Güneşe...

Daha neler mi biliyorum?..

Çok şeyler...

Allah'ın Resulü (s.a.a) ve Resulü'nün velileriyle ge-çen bir asırlık bir ömrün birçok kimseye örtülü kalan nice hakikatleri.

Vefa ve sadakat isteyen nice sırları taşımaktayım şu yaralı sinemde ben...

Ama bunlardan başka ne anlatabilirim ki sana?

Vakit yaklaşıyor işte...

Son nefesler bunlar...

Dünya olanca ağırlıklarıyla canlıların olsun.

Ben hafiflemek, kanatlanıp yücelere uçmak istiyorum.

Bir lahza olsun kalmak istemiyorum artık Leyla...

İnan, dayanamıyorum.

Medine'ye dönerken o savunmasız kadınlarla o masum yavrucakların başına yollarda neler getirdiklerini bilemezsin...

Benim gördüklerimi görseydin sen de dayanamazdın Leyla...

Allah Resulü'nün (s.a.a) ailesiydi onlar... Resulul-lah'ın (s.a.a) Ehlibeyti (a.s) ...

"Aranızda iki ağır ve değerli emanet bırakıyorum: Allah'ın kitabı (Kur'ân) ve itretim (soyum) olan Ehlibeytim...!"

Evet, bu Sekaleyn Hadisinde geçenlerdi onlar Ley-la!...

"De ki: Sizden, yaptıklarıma karşılık hiçbir ücret istemiyorum; yakınlarımı sevmenizden baş-ka!..."[2]

Bu Meveddet Ayetinde geçenlerdi onlar Leyla!..

Nasıl kahrolmam ben?

Bu Ehlibeyt'in bütün erkekleri kılıçtan geçirildi Kerbelâ'da...

Bu "yakınlar"ın bütün kadınlarıyla çocukları zincirle prangalara vurulup, esir edildi Kerbelâ'da...

Babaları, ağabeyleri, amcaları, dayıları...

Ve İmamları...

Her şeylerini bir anda yitirip, bütün azizleri bir günde gözlerinin önünde lime lime doğranan o masum yavrucaklar .

O yetimler...

O öksüzler...

Kırbaçlanarak götürüldüler Kerbelâ'dan...

Sille-tokat altında...

Resulullah'ın (s.a.a) çocuklarıydı onlar Leyla!...

Resulullah'ın (s.a.a) ırzı, onun namusuydu o kadınlar Leyla!

Ve "İki ağır ve değerli emaneti"nden biri olan Ehlibeyti'ne bütün bunları reva görenler, o yüce hazretin bizzat kendi ümmetiydi yine!

Bana nasıl "kal" diyebilirsin Leyla?

Bütün bunları şu gözlerimle görüp de hâlâ can vermemiş olmam, bir mucize değil mi gerçekten?

Bu kalışın hikmeti, o kanlı rivayeti sana aktarmamdı belki de, kim bilir?

Ama... Gerçekleri en doğru hâliyle diğer Ali anlatacak sana nasılsa...

Ali b. Hüseyin...

Aliyy-i Avsât (a.s)...

O hayatta, evet!...

Allah'ın takdirini kim değiştirebilir?

Allah-u Azze ve Celle hazretleri, yeryüzünü bir lahza olsun imamsız bırakır mı Leyla?

Yeryüzü hüccetsiz kalır mı hiç?!

"Çok secde eden" var, korkma!

"İbadet edenlerin süsü, ziyneti"!

Çok acılar çekti ama o...

Sana her şeyi anlatmasını bekleme...

Zaten "Kerbelâ"nın tamamını sadece o yaşadı Ley-la!...

İmam Hüseyin'den (a.s) sonraki Kerbelâ'nın İmamı oldu o!

Ümmeti de Zeynep!

Evet Leyla, Allah'ın mucizesi bu.

Üç Ali'den ikisi hücceti tamamlayıp gitti...

Üçüncü Ali, hüccet ve delil olarak kaldı şimdi insanlara...

Yezid'in sarayında zincirlere vuruldu diğer esirler-le, kadınlarla, çocuklarla...

Onun gelmesini bekle!

Kerbelâ'yı ondan dinle Leyla!...

Dinle ve duymayanlara anlat!...

Artık bu haberin bir habercisi de sensin şimdi.

Kerbelâ'dan bir iz var artık senin ruhunda...

Ve Kerbelâ'dan bir mesaj var senin de omuzlarında Leyla!

Demin anlattıklarım, Kerbelâ'nın köşesinden, bucağından bir haberdi aslında.

Kerbelâ'nın tamamını kim anlatabilir sana İmamın oğlu "Zeynelâbidin"den başka?

Ben Aliekber'i anlattım sadece...

İmamını diyemedim Leyla...

Sevgili eşin Hz. Hüseyin'in (a.s) şahadetinden hiç bahsedemedim sana.

Ama bunları dinledikten sonra Kerbelâ'nın İmamının şahadetini de dinleyebilecek hâle geldin şimdi.

Onu da ortanca Ali (a.s) ile Zeynep anlatacak sana.

Dinlemeye takat getirebilecek misin, bilmem...

Kerbelâ'nın asıl kısmı orasıdır zira...

Beni bırak artık, Aliekber'den sonra geçen şu birkaç günü de cansız yaşadım ben zaten...

İmam Hüseyin'i (a.s) sormak istiyorsun şimdi, biliyorum...

Ama o, en zor haberi Kerbelâ'nın Leyla...

İmamın Ali'den sor onu...

Seccad'ından, Zeynelâbidin'inden...

O sırada ateşler içinde kıvranan...

Ve buna rağmen çadırlardan yükselen her şiveni duyduğunda yerinden doğrulmaya, kılıcını kuşanmaya çalışan...

Parmağını bile kıpırdatacak mecali olmadığı hâlde, duyduğu her ağıtla bin kez ölen...

Duyduğu her şivenle bin kez can veren

Ve nihayet halası Zeyneb'in; "Eyvah! Gidiyor musun ağabey?!" feryadını duyunca, insanüstü bir gayret sarf edip, zırhını giyinip, silâhlarını kuşanan ve kılıcının kabzasına yaslanarak çadırın önündeki örtüye kadar yürüyen Ali Seccad'ın...

Çadırın önünde son takatini de harcayarak elini perdeye atan ve babasının yardımına koşmak için son gayretini harcayan...

Ama savaş meydanına doğru doludizgin uzaklaşan babasını gözyaşlarının sisli perdesinde seyretmekten başka bir şey yapamayan...

Ve hiçbir şey yapamamanın bu dayanılmaz acısıyla bin kez can verip, çadırın önünde yere yığılmak üzereyken halası Zeyneb'in yardımıyla güç belâ yerine dönebilen yiğit, gayretli, himmetli, ama bir o kadar da garip, mağdur ve mazlum Ali'nden sor Leyla...

Hem... Henüz süt çağında olan küçük Aliasker'in başına geleni...

Küçük kardeşi Aliasker'i...

Onu da anlatır belki sana...

Ağla Leyla, ama sükûnla ağla...

Ağla...

Nasıl ağlamasın İmamına Leyla?...



— Son­ —


Faydalanılan Kaynaklar

1- el-İhtifa bi Zikr-il Enbiyâ, Allâme Askerî.

2- Ölüye Ağlamak, Alâame Askerî.

3- Aşura Kıyamı, İmam Humeyni (r.a).

4- Söyleşiler, Allâme Tabatabaî - Henry Corbin,

(Orijinal Farsça ek kısmından).

5- Ebsar'ul Ayn, Semavî, s.21-29, 71-75, 126-130

6- Ebtal-ul Haşimîyyîn, Duhayyil, s.7-33, 76-79.

7- el-İrşad, Şeyh Müfid, s.83-84, 109-110.

8- Esrar-uş Şüheda, Derbendî, s.247-248, 254.

9- el- İhtisas, Şeyh Müfid, s.78.

10- el-Uyun-ul İbrî, Miyanecî, s.76, 91.

11- A'yan-uş Şia, Muhsin Emin, s.168-173.

12- el-Maarif, İbn-i Kutayba, s.213.

13- Emâli, Şeyh Saduk, s.153-157, 162.

14- Ensab-ul Eşraf, Belazürî, s.146-200.

15- Ansar'ul Hüseyin, Şemsuddin, s.125.

16- Bihâr-ul Envar, Meclisî, c.44, s.312-314, 321.

17- Taberî Tarihi, s.2999, 3052, 3053.

18- Tenkih-ul Mekâl, Mamegâni, s.280-281.

19- Fasl-un Nisâ, s.74-82.

20- Hülasat-ul Ahval, Allame Hillî, s.44.

21- Rical, Şeyh Tusî, s.76.

22- Reyahin-iş Şeria, Mahallati, s.295-299.

23- Riyaz-ul Mukaddes, Sadreddin Vaiz Kazvini, c: 2, s.3-28.

24- Zeyneb-i Kübrâ, Cafer Nakdî, s.103-105.

25- Tabakaat-ı Kebir, İbn-i Sa'd, s.128.

26- Futuh, İbn-i A'sam, s.123, 164, 166, 207-209.

27- Musîr-ul Ahzân, İbn-i Nemâ, s.22, 35, 36.

28- Musîr-ul Ahzan, Cevahirî, s.34, 42, 44, 80.

29- Makatil-ut Talibiyyîn, Ebu'l Ferec-i İsfahanî,

s.52, 53, 74, 79, 111, 117.

30- Maktel-ul Hüseyin, Bahr-ul Ulum, s.339-350.

31- Maktel-i Ebi Mihnef, s.91, 92, 116, 161, 164.

32- Maktel-i Harezmî, s.30, 31, 226, 245.

33- Maktel-i İbni Sa'd, s.15-20.

34- Maktel-i Mukarrem, s.247, 251, 278, 279, 226, 227, 318, 327, 412, 418.

35- Muntahab, Tureyhi, s.443, 444.

36- Menâkıb, İbn-i Şehrâşub, s.77, 95,109,112.

37- Muntaha'l Mahal, Ebu Ali, s.212.

38- Nefes-ul Mehmum, Şeyh Abbas Kummî, s.86, 90, 139, 144, 182.

39- Nihayet-ul Arap, Nuveyrî, s.439, 243, 455.

40- Vesilet-ud Dareyn, Zencâni, s.95, 285, 295.



[1] - Kehf, 9-15

[2]- Şûrâ, 23